Büyüklerimiz bizi hayata hazırlarlarken, bir de bu cümlenin gereğini yapmamız için hem dünya hem de ahiret için öğretilerde bulunurlardı.
Şimdilere bakınca, sanki hiç ölünmeyecekmiş gibi bir yaşam sunuluyor.
Çocuğumuzu kollarımıza aldığımız andan itibaren,o nunla ilgili hayallerimiz başlıyor.
Başarılı ve sağlıklı olması için elimizden geleni yapıyoruz.
Beslenmeden tutun da, güvenlik,kendini koruma ve kollama,yarışma,galip gelme konularında devamlı beyinlerini yıkıyoruz.
Okulda her zaman her yerde en seçkin, birinci sen olmalısın.
En güzel sen giyinmeli, dikkat çekmelisin.
Sınıf birincisi, hatta okul birincisi olmalısın.
Çalışma hayatında da yükselmeli, acımasız olmalısın.
Acırsan, acınacak duruma düşersin.
Aza kanaat etme, yetinme.
Her şeyin daha fazlasını, daha iyisini iste.
Kendinden başkasını düşünme, yalnız kendini düşünmelisin.
Unutma, istediklerine ulaşmak için her yol mübah.
Acımasız, hain, egoist olacaksın, gibi…
İnsani değerlerden uzak, sadece madde için yaşamak…
.
İlkokul, lise, üniversite, doktora, asistan, Doç. Prof ve yurt dışında okumanın ayrıcalıklarını söyleyip,
Bütün bunların hayat için çok önemli olduğunu pompalıyor, beyinlerini yıkıyoruz.
Tabii bu basamaklar, bilim, ilim önemli.
Ama en önemlisi “ahlaklı, Allah’tan korkan, kuldan utanan, manevi değerleri yüksek insanlar” yetiştirmek.
Sakın kalbine, duygularına yenilme, daima mantıklı ol diyoruz.
Ölümsüzlüğün, sadece sahip olduklarınla, gücünde bulunacağını söylüyoruz.
Fakir olanların öldüğünü, zengin olanların ölmeyeceği fikrini aşılıyoruz.
Paranın her türlü şeyi halledeceğini söylüyoruz.
Hastalandığında imkanlarının seni kurtaracağını ,
Kadere, inanmamayı, “güç bende” duygusuyla yaşamayı, farklılık olarak gösteriyor, her şeyin üstesinden gelirim, para ile her şeyi satın alabilirsin duygusunu aşılıyoruz.
Yaşam garanti değilken, garantiler peşinde koşulmasını dikte ettiriyoruz.
Her sonun bir senaryosunun olduğunu öğretmiyoruz.
“Her canlı ölümü tadacaktır” cümlesinden bi haber yaşıyoruz.
Kader-kısmet mefhumlarını, mütevazi olmayı öğretmiyoruz.
İnancın ve inancın gereği yaptığı hayırların, iyiliklerin insanı ölümsüz kılacağını, “Hak etmenin yüceliğini” öğretmiyoruz.
Allah’ın ruhunu taşıdığını idrak eden insan;
Dünya hayatında sahip olduklarını sandıkları şeylerin,
Gerçekte bir hayal olduğunu kavradıklarında,
Boşa üzülüp hırslandıklarını,
Boşa vakit geçirip oyalandıklarını,
Maddi istek ve hırslarına boşu boşuna önem verdiklerini anlar.
Büyüklük tasladıkları insanların, kibirlerinin yersiz olduğunu fark ederek,hayal varlıklar olduklarını görürler.
Her şeyi yaratan,her şeyin sahibi, Allah'a karşı boyun eğmeleri gerektiğini kavrarlar, böylece daha huzurlu ve güzel bir hayat yaşarlar.
Kendilerini insanlara ispat etmeleri,kanıtlamaları, onların gözüne girip,onların gözünde nasıl göründüklerini düşünmezler.
İnsanlara karşı kin, nefret, kıskançlık gibi insanı içten içe yiyen,çürüten duyguları yaşamazlar.
Hayata haris, kin, hırs, güçlü olmak gibi duyguların kendilerini tüketmesine izin vermeden, “insana çalıştığından başkası yoktur” düşüncesiyle,
Çok çalışarak, tevazu, teslimiyet, şefkat, sevgi ve samimiyetin hakim olduğu yaşamı tercih ederler.
HİKMET SUNER
YAZARA E-POSTA GÖNDER