HİSSLİ KADIN GÖZÜNDEN TWILIGHT
Depresyon başlangıcını “telkinlerle” bünyesinden atan Gabi kaldığı yerden hayata dair izlenimlerini aktarmaya devam ediyor. Yazıma başlamadan önce, Turgay’a Tuncay dediğim için beni uyaran, ancak yorumunu yanlışlıkla sildiğim Ruhöküzüne teşekkür etmek istiyorum. Futboldan anlamayan bir hatun olarak isimleri karıştırdım ama sayende hatamı “çaktırmadan” düzelttim.
***
(şu üç yıldız koyup yazıya devam etme olayına bayıldım, sıkılana kadar benden çekeceğiniz var)
***
Pazar günü dışarı çıkmak istemeyen bünyemi iki filmle ödüllendirerek, abur cuburların desteğiyle kilolarıma katkıda bulundum. Bu filmlerden bir tanesi, genç kızların vazgeçemediği “yakışıklılar yakışıklısı” (yakışıklılık görecelidir, yorum yapmayınız) Edward’ın filmiydi. Sürekli bu filmi birilerinden duyuyordum ancak bir türlü seyretmemiştim. Aslında seyretmek için ayılıp bayılmıyordum da, Selenay çok ısrar edince seyretmek durumunda kaldım. Meğersem benim akıllı bıdığım seyretmekle kalmamış, repliklerini ezberlemiş, kendince önemli bulduğu sahnelerde beni dürtükleyerek, “abla bak bak burası önemli kaçırma” uyarısında bulundu.
Filmin konusunu falan anlatacak değilim, izlemeyenler izlesinler, sadece kadın gözünden düşüncelerimi ve ailemin düşüncelerini yazacağım. Bu filmi biz evdeki hatun popülasyonu olarak izledik. Yani annem, Kardelen, Selenay ve ben. Annem 51, ben 28, Kardelen 14, Selenay 11 yaşında. Bu dört hatunun ortak buluşma noktası “Edward gibi bir sevgili, ver ver ver ver, veerrr Allahım ver”di.
Hatta Edward’ı kaptıramayacağını anlayan annem en sonunda şöyle bir çözüm buldu: ” Edward , Richard Geer’i ısırsın, Richard’da beni, sonsuza dek sevgili oluruz.”
Bu filmle birlikte klasik vampir tanımlaması yerle bir edildi. Korku unsuru olarak algıladığımız vampirlerle arkadaşlık kurabileceğimizi, aşk yaşayabileceğimizi ve hayran olabileceğimizi düşünmeye başladık. İşte bu noktada “korku” edebiyatını veya sinemasını seven, “gerçek vampirseverler” tepki göstermektedirler ve bu Twilight’ın “vampir filmleriyle” alakalı olamayacağını savunmaktadırlar. Açıkçası olayın bu noktası beni ilgilendirmiyor. Twilight’ı bir kadın olarak beğendim. Biz kadınlar, “adrenalin patlamalarını” yaşamayı sevsek de, “korku” unsurunun çok fazlasını kaldıramayabiliyoruz. Olaya bu gözle baktğımızıda, hep korktuğumuz vampirlerin filmdeki “dostane” ve “centilmence” davranışları bizleri (kadınları) mest etmeye yetti de arttı.
Şu korku filmi seyretme olayı bende de, kız kardeşlerimde de, annemde de aynıdır. Her ne kadar korksak da, gözlerimiz yarım açık bir şekilde,kulaklarımızı tıkayarak o sahneleri seyrederiz. Yani hem seviyoruz hem korkuyoruz, hem merak ediyoruz hem midemiz bulanıyor. İnsan bir şekilde vahşeti, korkuyu seviyor işte. Ama Twilight sayesinde korkmadan rahat rahat bir vampir filmi izledik işte.
Senaryo çok basit, hikaye tanıdık, sahneler ve olaylar arasında bazı kopukluklar olabilir ama benim sorguladığım şey bunlar değil, benim sorguladığım şey biz kadınların Edward’da ne bulduğudur.
Edward yakışıklı değil, kabul ediyorum, beylerin bu konuda çemkirmelerine gerek yok. Ancak biz bayanlar için yakışıklılığın tavan yapması durumu davranışlarla ortaya çıkabilir. Bir adamla sırf yakışıklı diye birlikte olup da, kör kütü aşık olabilmek zordur kanımca. Aynı şey erkekler için de geçerlidir, aşkın ve birlikteliğin olabilmesi için tamamlayıcı unsurlara ihtiyaç duyarız. Edward bize bunları verdi işte. Romantik bir vampir, gerektiğinde Süperman bir vampir olarak sahneye çıktı. Müzki zevki tartışılmaz boyutta romantik, odası “düzenli”, uyumadığı için “yatağı” yok. Bu yatak konusunda bir sembol çalışması yapmak istiyorum. Bendeniz buradan şu mesajı çıkardım: bak adamın yatağı yok, odasına kadar çıktık ama sana zarar gelmez:) Olmaz demeyin, zorlayınca daha neler çıkar neler.
Ayrıca Edward kızı alıp uçurarak gezmeye çıkartabiliyor, dağ tepe çıkarken ”sırtında” taşıyor, kana susamış bir vampir olmasına rağmen kızın tüm kanını emmek yerine, “yeterli” miktarda alıp kendini kontrol altına alabiliyor.
Her şeyi geçin kızın babasıyla nasıl konuşması gerektiğimi gayet iyi biliyor, dile kolay baya uzun bir zamandır bu konuşmaları yapmıştır belki de.
Şimdi gelin de Edward gibi bir sevgili istemeyin! Üstelik bu adam güçlü, korkutucu, yakışıklı, düşünceli,romantik, prensipli(insan kanı içmeme kararını düşünün) ve ölümsüz. Sorarım size hangi kadın böyle bir erkeğe hayır diyebilir?
Hayır demek zor olsa da, filmde ablamızın hemen teslim olması, aşık olması ve “korkmuyorum senden öp beni” modunda gezinmesi beni kızdırdı. Yani hatun dediğin biraz ağır olur, biraz naz yapar, “ay bilmem ki ” der. Çocuk hoop, camdan fırlayarak odasına giriyor kız” kıkır kıkır” gülüyor, yok ya, biraz kızması, trip atması,” ben senin bildiğin ölümlülerden” değilim demesi lazım. Her vampir kendinde bu hakkı bulacak sonra, uğraş dur. Vampirlere bile nazımız geçemeyecek, adamlar “aman elimi sallasam ellisi, ne uğraşacağım” diyip, kolay olana giderler. Kitap yazarının bu duruma göz yummasına bir anlam veremedim, hani karakter dünden razı boynunu feda edip, elin vampirini odasına almaya, sen yazar olarak müdahale etsene be! Bu kitabı okuyan, filmi ezberleyen kardeşim yaşındaki kızlar mesajı yanlış algılayabilirler.
Kısacası, Twilight romantizmin doruklarında uçurduğundan dolayı, biz kadınları vampirlere razı etmiş durumda. Hatta razı olmaktan da öte, “vampir” aşkıyla yanıp tutuşmaya bile başladık. Evlere sarımsak sokmamaya başlarsak sakın şaşırmayın. Ayrıca hem ölümsüzlüğü, hem taş gibi romantik bir adamla sonsuza dek yaşama fikri kulağa hoş geliyor. Ana fikir olarak da şunu söyleyebiliriz: iki güzel kelimeye, güzel bir bakışa hemen kanabildiğimizi yine,yeniden ispatlanmış oldu. Vampir olsa ne fark eder ki!
Bu kadar mı sevilmeye muhtacız biz?
Köşedeki Kedi
gabrielaolaru@hotmail.com
www.gabrielaolaru.com
GABRIELA OLARU
YAZARA E-POSTA GÖNDER