Acıyı oldum olası sevdim... Acı çekmeyi, acıya dayanıklılığımı göstermeyi, kimi zaman çektiğim acıyı saklayabilmeyi kimi zaman da bundan yakınmayı. Onun verdiği acınının ise kalbimi besleyen hazla gelen tesellisi dayanma gücümü artırdı hep. Dayanıklılığımı test ettiğim saatler boyunca, sesimi fazla yükseltmeden, kimseye duyurmadan yaşadığım sızı, günün sonunda hep bir zafer coşkusunu hissettirdi bana.
Tutkulu bir aşk aslında bizimkisi, bu aşk benden neler aldı, bana neler verdi tam olarak bilemem, hiçbir zaman da bilemeyeceğim, ama yaşattığı bunca mutluluğun ardından benden götürdüklerinin hesabını yapmak, ona ayıp yapıyormuşum gibi gelir. Bu yüzden onunla ilgili çıkan olumsuz haberleri, kocaman puntolarla yazılmış uyarıları gözardı ederim, hatta okumam bile. Biraz ayıp olmasın diye, biraz da korkumdan, daha çok acı verecekmiş gibi gelir okuduğumu öğrenirse, arkasından iş çevirdiğimi sanar belki de..
Aslında çevirmiyor da değilim, uzun bir süre sadık kalamyorum hiç, her seferinde yemin etsem de hep daha fazlasını istiyorum. İlk gece beraber yatıyoruz, kokusunu içime çekerek uyuyorum, gittiğim her yere götürüyorum, arkadaşlarımla tanıştırıyorum, dertleşiyorum, konuşuyorum. Sonra gitgide uzaklaşıyorum ondan, gözüm başkalarına takılıyor, hükmedemiyorum kendime.Defalarca ant verdim, “Ben o kadınlardan değilim, elim kopsa, ayağım kırılsa, gözüm kör olsa seni asla bırakmam” diye.
“Peki ya bana birşey olsa, elden ayaktan düşsem, güzelliğimi kaybetsem gene de bırakmaz mısın beni?” diye sordu bir gün “Ya yaşlanınca, yaşlanınca neler olacağını bilmiyor muyum sanıyorsun” diyerek devam etti burnunun ucunu yukarı kaldırarak...
“Aşk bu” dedim, “ Seninle yaşadığımız şeyin adı aşk, şu anda sadece sen varsın benim için, bırak bunun tadını çıkaralım, niye zamanımızı zehir ediyorsun. Yarını sorma bana, lütfen yarını sorma.”
“Sadakatsizsin sen” dedi. İlk karşılaştığımız günü bir hatırla, Eren’in seni terkettiği gün salya sümük sağımda solumda dolaşırken, sana kendimi farkettirmiş ve kurtarmıştım seni, sarılmıştın bana, öpüp koklamıştın beni. Günlerce, haftalarca arkadaşlarına göstermeye çalıştın, yere göğe sığdırmadın beni”
“Hala öyle” dedim, “ Ne olursa olsun senin yerin bir başka, hadi gel çıkmamız lazım şimdi bak hava da çok güzel..”
“Nereye gidiyoruz?”
“Azıcık sabret”
O gün her zamankinden fazla acıttı canımı vitrindeki diğer ayakkabılara baktığımı yakalayınca. Onlarla yanyana geldiğinde hayli geçgin yaşı daha da belirgin oldu. Eski değildi belki ama, ruhunda bir yavaşlık, geçen sezondan kalma bir hal vardı... Kötü gün dostum sadık ayakkabım için üzülsem de, 8 puntolu kırmızı fiyonklu ayakkabıyı denediğimde, ondan gönlümün geçtiğini, yeni bir aşkın başladığını biliyordum. Diğer çiftini de giyerek aynanın önünde bir öne bir arkaya yürümeye başladım, hayranlıkla yeni ayakkabılarımı ve kendimi izliyordum.
“Hercaisin sen” dedi. “Ona ulaşmak için beni kullandın, bunca yolu yürüttün, beni eskittin. Heyy 8 punto, sakın kanma buna, yakında senden de hevesi geçecek, sonun benimkine benzeyecek”
“Bunlar ayağımda kalsın” dedim siftah yapmanın keyfi ile yan yan gülen satıcıya. Eskileri kutuya koyabilirsin...
ASLI ORHON
YAZARA E-POSTA GÖNDER