TUTKULARIN GÖLGESİ
Bencilleşiyor insan, hayata kattığı deneyimleri arttıkça, yaşı ufak ufak ilerledikçe. İlişkileri, acıları, kavgaları, sevmeleri, sevilmeleri, üzüntüleri , aşkları, tutkuları ve kıskançlıkları hızlı başladığı bu hayatta onu yavaş yavaş olgunlaştırıyor. Olgunlaştırdıkça da durgunlaştırıyor. Genele düşen yolu bu benliğin.
Ancak, yaşı ilerlerken yaşayamadıkça her şeyi boşluğa, yokluğa düşüyor insan. Ruhu karanlık ama umut dolu hallere derin bir dalış yapıyor. Saç tellerine beyaz renk belki de ilk kez dokunuveriyor, ama yine de pes etmiyor. Zaman geçtikçe, aşka ilerleme yolunda girmediği sokak kalmıyor. Bazısı meydanlara çıkıyor, bazısı çıkmazlara varıyor. Hep iki son var bu yolda. Ama her zaman geriye dönüp, tekrar deneme ve deneyimleme şansı var insanın. Aslında böyle oldukça, o daha da yoruluyor, lakin aynı zamanda da daha da hırslanıyor.
Belki de gitmesi gerekenden fazla gidiyor. Gerçekleşmeyen sahneler uğruna kendinden feda ediyor, derin bir kırışıklık yüzüne bir yol daha çiziyor. Güneş bir doğuyor, bir batıyor. Ardından da bir gün geliyor ve yüzü gülümsüyor . Yoksa hayat daha yeni mi başlıyor? Ya da başladığını mı sanıyor?
Hayatın sessiz yıkımı işte bu noktada başlıyor. Tutku ve aşk birbirine teğet geçen iki doğru. Onları dik kesense sevişmeler. Kadın ve erkeğin olmazsa olmazı! Tutku ve aşksa ruhun kaynağı. Ancak perdenin arkasında bir de kıskançlığın gölgesi var. O, başrolün gizli oyuncusu. Aşk onsuz yapamaz, tutku onsuz barınamaz.
Tutkular aşkı körüklerken, kıskançlık onun üzerine üflüyor. Bazen aşkın ruhtaki alevini harlıyor, bazense söndürüyor. Kadını da erkeği de yavaş yavaş küllendiriyor. Ya birgün gelir de ele geçirirse?
İşte o zaman masum aşk sevdiğini kaybetme korkusuna kapılıp, kıskançlığa sarılıyor. Sanki aşk güneş tutulmasını yaşıyor. Kıskançlık, aynı ay gibi iki sevgilinin arasına girip, dünyalarına gölge düşürüyor. Hiç suçu olmayan aşk, tutkuların şüphesinin bir sonucu olan kıskançlığın karanlık yüzüyle tanışıyor. Ardından da aşkın yavaş yavaş güven ışığı sönüyor.
Tutkulara bezenen aşk, kıskançlığın gölgesinden bir türlü kurtulamıyor ve sadece ağlıyor. Burkuluyor yüreği, kramplar giriyor midesine, ciğerlerine nefes gitmiyor. Titrek söylemler anlamsız ifadelerle dudaklarından dökülmeye çalışıyor. Ama o sıcak alev gitti bir kere bu ruhun topraklarından. Olan oldu. Söylenecek bir söz yok artık.
Yaş ilerledikçe, yaşam yılları devam ettikçe gerçekleşmesi gereken kaçınılmaz bir deneyim bu. Kaderin yazgısı bu, değişmez olan gerçek bu. İşte insan bu şekilde pişecek. Ucunda hüzün olacak ki elde ettiği değerin kıymetini anlayabilsin, kaybetme korkusuyla tutunduğu kıskançlığın hatasını tekrar etmesin.
Bir gün gelecek, gelecek geçmişi alt edecek. İki ihtimal yaşanabilecek. Ya aşk ruhtan ayrılmayı, tutkuların aşka seslenen yanını bulmayı keşfedecek ya da kıskançlık vesvesesinin bitmek bilmeyen söylemleri altında ezilip gidecek.
Ama uslanmayacak bu benlik, kaybettikçe düşecek, düştükçe ayaklanacak, hırslanıp daha fazla gayret gösterecek. Belki bir gün mutlu olacak, belki de bir gün hüsrana uğrayacak. Avuç içlerini ya sıcak ya da soğuk bir duygu saracak.
ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER