Rastlantı, rotası belli olmayan rüzgarlarla karşılaşmak gibidir. Bazen soğuk olur o rüzgar, bazense sıcak. Kimi zamansa ılık bir hal alır, vurur insanın yüzüne yüzüne, hisset beni dercesine.
Bir ona dokunur, bir buna dokunur. Bilinmedik hayatları arar durur. Tüm bunlar olurken de hiç dikkat etmez kim neymiş, ne değilmiş diye. Alır, savurur yaşamları rastlantısal bir şekilde.
İşte öyle bir günün sabahında şehri saran hayat, en dar sokaklara varana kadar güneşin her yeri aydınlatmasıyla yine canlanır oldu. Metropolün geniş caddelerinden dar sokaklarına, lüks apartmanlarından yapışık duvarlı eski evlerine doğru ilerlerken rüzgar, birden geceden kalma açık bir pencereye rastladı. Perde hafifçe havalandı da kornişten gelen çıtırtı sesleriyle Berk’ in uyanması bir oldu. Nasıl da uyuyakalmıştı? Aksi şeytan işte! Alarmlı saatin kendisine hayrı yoktu ki ona olsun. O gözlerini ovuşturadursun, geceleyin yine anıları düşmüştü peşine. Gözünü bir türlü uyku tutmamıştı. Ama suçlu Aslı değil, aslında saatti. Ah! Aşk denen illet nasıl bir histi? Geceni bile mahvettiği halde hala ona toz konduramama çabası gerçekten buna değer miydi? Adı ne olabilirdi bu durumun? Kendini avutmak mı yoksa kendini kandırmak mı?
Gerçek dünyanın ise beklemeye tahammülü yoktu. “ Bırak Aslı’ yı, kalsın o evde! 85M kaçacak, saat 06’daki ilk seferi kaçırırsan sonrakinin kapısından bile giremezsin. Acaba Aslı senin bu halini düşünüyor mudur? Belki de aynayla buluşmasına bir iki saat daha vardır. Bırak, kandırma kendini… ”
"Tıraş olmaya vakit yok, mazeret bildireceğiz artık. Hızlı olmam gerek! Ceket, cüzdan, telefon… Koş Berk koş! Paldır küldür iniyorum basamaklardan. Eski İstanbul’ un yaşlılık günlerini yaşayan komşum akşama beni yine azarlayacak. Açmaya uğraştığım şu demir kapı da bu kadar ağır mıydı? Hiç fark etmemişim. Çekilin kedicikler apartmanın önünden, sizi besleyen Aslı yok artık! Hazır mamalı hayat geride kaldı. Bana bile bu kadar değer vermedi, şanslı sayın kendinizi! Pardon ama nam-ı diğer adınız nankördü değil mi?"
Koşarak geçtikten sonra yolun karşısına, durakta beklemeye başladı Berk. O sırada serin bir sabah rüzgarı yüzüne estiriverdi. Telaş içersinde nefes alırken bir hoşluk sardı içini. Mecidiyeköy’ ün havası her ne kadar Beykoz gibi olmasa da sabah sabah güzeldi işte. O saatte durakta bekleyen az sayıda insan vardı. Uykunun ağır bastığı hallerdeydi hepsi. Berk’ inse içi rahatlamıştı artık. Bir iki dakika sonra saatinden şaşmayan siyah dumanıyla yeşil otobüs gelecekti ve saatler sonra gün, tekrar onunla bitecekti.
Otobüse bindiğinde her sabah gördüğü şoförün kendisine günaydın der gibi başını eğişine hemen karşılık verdi. Elini cebine götürdü ama ne bilet ne de akbil… Donakalmıştı Berk. Esintiden serinleyen yüzü birden kıpkırmızı oluvermişti. Şoförse ciddiyet dolu bir bakış atmıştı Berk’ e. Doğru ya kendisinden hiç beklenmedik bir şeydi bu. Eli kolu birbirine dolanınca “Al, bunu kullan!” diyen bir ses duydu hemen arkasından. Başını çevirdiği gibi siyah perçemli saçlarıyla ona yardım elini uzatan ufak tefek kızı görünce afallamaktan başka bir şey yapamadı.
Gece Aslı’ yı görmeseydi rüyasında, sabaha acelesi de olmayacaktı. Evden eksiksiz çıkacaktı. Belki de otobüse binince sabahın mağrurluğuyla akbil’ ini basıp geçecekti en arkaya, cama yaslayacaktı başını ve uyuklayıverecekti. Öyle olsaydı bu an asla yaşanmayacaktı. Öyle olsaydı teşekkür edip, gülümseyemeyecekti o kıza, hatta Aslı’ yı bile unutamayacaktı.
Hayat, bizlere rastlantısal rüzgarlar vurur. O rüzgarların nereye eseceği, kime çarpacağı aslında bellidir de bizler bilmeyiz. Kimilerine göre sıradan sayılabilecek bu rastlantılar, bazı insanların hayat akışını değiştirir. Anı yaşayan bizler için o vakit geldiğinde ya kelimelerin dilimizden dökülmesine izin veririz ya da suskun kalmayı tercih ederiz. Hadi bir cesaret, koy taşın altına elini!
ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER