>

KÖŞE YAZILARI | ADİL GÜRPINAR

Hayatın Ablukası

Seviyorum fırça darbeleriyle sağa sola yayılmış masmavi gökyüzündeki bulutları izlemeyi. (Adil Gürpınar)
 
   
 
 
     

Seviyorum fırça darbeleriyle sağa sola yayılmış masmavi gökyüzündeki bulutları izlemeyi. Seviyorum otomobilimle yaptığım uzun mu uzun seyahatleri. Camı hafifçe açtığımda İstanbul kokmayan serin rüzgarın esintisini. Hatta radyo çekmiyorsa eğer, cızırtılar karışıyorsa frekansa anlıyorum ki o zaman çok uzaktayım hayatımdan, çok uzaktayım hayatınızdan.

Dönüşü var elbet bu yolculuğun. Şimdilik geride bıraktığım tüm yorgunluklar, bilirim ki kapıma bırakılmış notlar... Olsun, boşa çalıp dursunlar, kulaklarımı çınlatan o nahoş zili. Nasıl olsa akıl odalarımda onları misafir etmeye bir yerim yok ki. Hayatın ablukası değil miydi beni bu yollara kaçırtacak kadar kıstıran? Sağımdaki dert yandı, solumdaki oyununu sakladı. Belki de karşımdaki çift taraflı oynadı da kirli adımlarına örtbas aradı.

Ama sonuçta kimin hamlesi neye yarar sağladı? Geriye huzurlu olabilen kim kaldı? Taş çatlasın birkaç nefes kadar ömrü var tüm bunların. Peki ya sonrası? Arkası yarınlara dönen kavga seansları… Tüyleri diken diken eden laf fısıltıları… Senle benin, “Aslında onu söyleyen ben değildim!” e varan çamur sıvamaları… Kısacası yatık kelimelerin karaktersiz tavırları! Ne de olsa küçüklüğün elim sende oyunu, bugünlerde büyüklere…

Ya ben ne yaptım? Ne de olsa bir tavır takınmalıydım. Gözlerimi kapatıp, yüreğimin yıkık duvarlarına dayandım. Aklımdan geçenleri tek tek sıraladım. Kalabalık sokakların bana bahşettiği tavırları kervanımın önüne kattım. Nasıl bir tanımı vardı sokaktaki hayatın? Köşe başında durup, kalabalık bir caddeye ansızın adım atma ruleti değil miydi insana yaşattığı bu adrenalin duygusu? Yüzlerce surat ve bir o kadar da suret vardı gördüklerimde. Durduğum yerde başımı eğip ayaklarıma baktım, anladım ki ince bir ip üzerindeydi aklım. Sağımdaki laf, solumdaki omuz attı. Ah bir dakika! Nereden tanıyorum ben sizi?

O kalabalığın içinde bir dalga oldum. Belki de tenlere vuran damlacık oldum. Dokundukça karakterlerine tanık oldum. Yüzlerindeki yalancılık yaralarına tuz bastım da canlarını acıtan oldum. Ama en sonunda gereksiz hayatlardan uzak durmak için bir ara sokak buldum da kendimi uzak yollara vurdum. O yüzden seviyorum otomobilimle yaptığım uzun mu uzun seyahatleri. O yüzden seviyorum İstanbul kokmayan serin rüzgarın esintisini, hatta çekmeyen radyonun çızırtılı sesini.

Daha sonra varacağım yere vardım. Yokuşlu yolları geride bıraktım. Güler yüzlü güzel bir kadına; “Bilmiyorum, hangi maskeyi taktım? Ama biliyorum ki aynanın tam karşısındayım. Kararsızlıkların rüzgarı sırtımdaki hırkamı çaldı. Aklımın kalemleri dürüstlük üzerine çentik attı. Bunca dönme dolap arasında sığınacak bir destek olmalı. Belki yakınsın, belki uzak. Belki de ihtiyacım olan ince bir nefes kadar tatlı bir hayat!” diye mırıldandım.

O ise bana etkileyici bir sesle; “Oynadığım hayattan uzak, kendime bir o kadar yakınım aslında... İstanbul kokmayan rüzgarın esintisi mi, cızırdayan frekans mı, içimde çığlık atarcasına konuşan mı aklıma düşürdü yine seni?” deyiverdi.

Her ne kadar fırtınalar koparsa da bu hayat, uzak sandığımız sığınak bize bir nefes kadar yakın olan değil mi?


ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>