Saat yedi olmuş ki sabahın aydınlığı kamaştırıyor gözlerimi. Güneş, “Kalk artık!” dercesine odamdan içeri sızmaya çalışıyor. Aslında bunu diyen, o sapsarı ışık kaynağı değil de genellemeleri tutturma becerisini gösterebilen bir erkek olmalıydı sanki. Otuzüç yıldır sabahıma gün doğuyor da bir adam geceden çıkıverip, bana ışık olamıyor. Günaydın denen kelime bu sabah kendisini benden esirgiyor. Şu lanet yatak da hep dar köşelerden vuruyor.
Başımı yastığa gömüyorum, Allah’ ım, güne neden erkek diyerek başlıyorum? Oysa ben, kendi cambazımın ipinde yürüyorum. Rüyamda bile bir sarmaşığa dolanmışım, olanca ağırlığı üstümde ve sıcak olmuş bacaklarım. Ama şimdi yarı açık gözlerimle bakınca anlıyorum ki bana oyun oynayan sadece mor bir pike. Kim bilir ne rüyalar gördüm de karanlıkta, üzerimi örttüm onunla?
Şimdi dırdırlanmayı bırakmalıyım, hayatımın dengesini korumalıyım. Bir kadının haftanın ilk günü 07:30’da evden nasıl çıkabileceğini kendime tekrardan ispatlamalıyım. Hemen bir duş, kıyafetlerim, makyaj ve ayaküstü atıştırmaca derken… Nerede otomobilimin anahtarı? Ve işte yine yollardayım! İtiraf etmeliyim ki sağ aynayı kullanmayanlardanım.
Ayna ayna! Hadi trafiği bırak da söyle bana! Benden illeti var mı ofis ortamında? Kahkaha atasım geliyor yeşilden kırmızıya dönen bu ışıklarda. Düşünsene, bir tarafı kocaman olmuş kıskanç kadınlar, saçı başı bozuk şekilden uzak göbekli adamlar... Hepsi de odamın etrafını saran mayın tarlasının ardından bana bakarlar. Belki kadınlığımdan, belki otoriter duruşumdan, belki de kusursuz vücudumdan, ama daha korkuncu da aklımdan! Her ne sebepse o bakışların ardındaki düşünce, bilirim ki çaresizlik ve çekememezliktendir bana yaptıkları sahte gülmece.
Bense çok uzaktayım tüm bu basit karakterlerden. İnsana mutlu olmak için hayatın içinden bir renk gerek. Hobilerle haşır neşir olmak gerek. Tıkılıp kalmaktansa kısıtlı bir hayatın duvarları arasına, yeni birisini bulmak için daha fazla çaba sarf etmek gerek. Belki de kendimle oynamam gerek. Dahası aşka meyledip, sevgisini de, acısını da içimde tatmam gerek. İş hayatındaki savunma duvarlarımı aşkla yıkmak, bir erkeği sevdikçe bilincimi kısmak, sert tavırlarımı aşka külah yapmak ve aşk yüzünden sersemledikçe de bundan hoşlanmak cesaret ister!
Aslında aşk, sinir uçlarıma bile işlemesini becerebilen bir illet. Yatakta boşuna hayıflandım durdum bu sabah. Arsızlığım, kadınsı doyumsuzluğum yine tuttu. Ama zaten işin hoşluğu da burada. İstediğimi her zaman elde edebiliyorum. Ama onlar benim gibi değil. Köşe başında aşk ile karşılaşınca yönlerini değiştiriyorlar. Bense tam tersini yapıp üzerine gidiyorum. Adımları erkeğe bırakıp da zaman kaybetmiyorum. Zaten süreli bir duygu, aşk dediğin. Elbette bir vakit gelecek ve solup gidecek. Hatta hafızamdan bile silinecek. Bazen bir gecelik sevişme olacak, güneşin doğuşunun ardından günaydın demek için bile kalmayacak, bazen de aylar süren, evlenme kelimesinin filizlendiği bir ilişki yumağı olacak.
Her ne kadar tavırlarım bulunduğum ortamlara göre değişse de ben bir hayalperestim, uzakları hayal ederken yakını umut eden… Ama yakın hayaller yüzünden uzak hayallerini yitiren!
ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER