“Sin City” ya da ona cuk oturan Türkçe karşılığıyla Günahkent, bizde de beklenen gişe başarısını yakalayamadı.
Bizde de diyorum çünkü film Amerika’da da toplamda 74 milyon Dolar hasılatla ortalarda yer aldı. Film Amerika’da 3 nisanda tam 3230 kopyayla vizyona girdi. Beklenti büyüktü aslında. Filmin bütçesi 50 milyon doları buluyordu. Kadroda yok yoktu… Bruce Willis mi istersiniz, yoksa Mickey Rourke mu? Üstüne üstlük, birbirinden güzel kızlar. Başta da popülerliğinin zirvesinde bir Jessica Alba.
Film reytinglerde R yedi. Amerika’da bu filmin yolunun bir anlamda kesilmesi demek. Film böylelikle 17 yaş sınırı alıyor. Bu yaş sınırına da harfiyen uyuyorlar. Öyle bizdeki gibi korku filminde ilkokul veletleri görmüyorsunuz oralarda.
Film de R’yi fazlasıyla hak ediyor aslında. Hem bol şiddet hem de Hollywood yapımlarında alışmadığımız oranda bir çıplaklık! Elden ele dolaşan bir kesik baş, rahatsız edici bir elektrikli sandalyede idam sahnesi, bol g-stringli hatun…
Film Amerika’da R yedi. Peki, bizde ne oldu dersiniz. Yeni yasa sonrası her filmi ince eleyip sık dokuyan komisyonumuz sadece 7 yaş sınırlaması getirdi. Karşılaştırma olması için, vizyona son giren filmlerden Batman’in 7, Çarpışma’nın 13, Dünyalar Savaşı’nın 13 ve Mumya Evi’nin 18 yaş sınırı aldıklarını not düşeyim. Sin City’ye 7 biraz komik kaçmış. Ne diyelim, bir bildikleri vardır herhalde!
Gelelim filme… Robert Rodriguez’i seven çok sever, sevmeyen de sahiden bir türlü ısınamaz. Aynı şey, fikir ve yol arkadaşı Quentin Tarantino için de geçerli değil mi zaten?
Tarantino’nun bizde 150.000 seyircisi vardır mesela. Ne bir eksik, ne bir fazla. Yıllar sonra, yeni filmi “Kill Bill” ile arzı endam edince, ıkına sıkına ancak 150.000’i bulur. Acı, ama gerçek. Tarz olarak benzeşen, geçmişte “Four Rooms” olsun, “From Dusk Till Dawn” olsun, birlikte çalışma fırsatı da yakalamış olan Rodriguez de aynı kısıtlı seyirci sayısından muzdarip anlayacağınız.
Tarantino’dan farklı olarak Rodriguez biraz daldan dala da konmuştur. 2001’de başladığı “Spy Kids” serisiyle 3 yılda 3 filme imza atmış, farklı bir tarzda beğeni toplamıştır. Aynı şekilde “The Faculty” Rodriguez filmleri arasında biraz farklı durur. Oysa çok iyi filmdir. 1998 tarihli yapım sonradan parlayacak olan Josh Hartnett, Clea DuVall, Elijah Wood gibi gençlerle Salma Hayek, Famke Janssen gibi daha tanınmış, bir üst kuşak isimleri güzel harmanlamıştı. Korkunun dozu yerindeydi. Sahneler usta işiydi.
Aradaki Spy Kids serisini saymazsak “Sin City”ye Rodriguez’in dönüş filmi de diyebiliriz. Hem de ne dönüş!!!
Sin City bol karakterli, bol hikayeli bir film. Alışıldık süper kahraman filmlerinden, çizgi roman uyarlamalarından çok farklı. Seyirciye farklı gelen yanı filmin özellikle renklendirilmiş bölümler hariç (bu bazen akan bir kan, bazen bir kıyafet olabiliyor) tamamen siyah beyaz olması da değil. Filmin farklı yanı tam “işte kahramanımız bu” derken o kahramanın kötülere yenik düşerek aramızdan ayrılması. Tam Bruce Willis’in canlandırdığı, kendi hayatı pahasına küçük bir kız çocuğunu tecavüzden ve öldürülmekten kurtarmaya çabalayan polis müfettişi Hartigan’a alışırken, bir bakıyorsunuz vurulmuş. Haydi, bu sefer, birlikte olduğu kadını öldürenlerden intikam almak için yola çıkan hayvani görünümlü, acımasız Marv ile tanışıyoruz. Mickey Rourke, boksun, uyuşturucunun, alkolün yıprattığı yüzüyle bu role cuk oturuyor. Ama o da kötüler karşısında yeniliyor. Haydi, bu sefer, Clive Owen’ın canlandırdığı temiz yüzlü Dwight çıkıyor karşımıza.
Seyirci karışık hikaye sevmiyor maalesef. Fazla karakter de sevmiyor. İstiyor ki filmin iyi çocuğu belli olsun. Kötüsü de sonunda hak ettiği cezayı bulsun. Bu arada filmin güzel kızı da bizim kahramana gönlünü kaptırsın.
İşte Rodriguez bu formüllere bağlı kalmadan, kafasına göre takılmış. İyi de etmiş, karşımıza görsel bir şölen çıkarmış. Bize Mickey Rourke’u izleme şansı verdiği için ayrıca bir teşekkürü de borç biliriz.
Yazıma bir de Cannes’da halkın arasına karışan Mickey Rourke fotoğrafı ekliyorum. Kadrajın günahını almayın. O kalabalık ve itiş kakış da ancak bu kadar oluyor!
Veeeeeeeeeeeeeee, filmin dvd’sini merakla bekliyoruz. Şu piyasaya geçenlerde çıkan Hulk’unki gibi bir şey istiyoruz ama. İçinde özgün basım bir Sin City çizgi romanı olan, 3 dvd’lik (bol çekim görüntüsü, çıkarılmış sahne, alternatif son vs.), free card’lar, kalınca bir kitapçık… Çıkar çıkmaz alıp, Kill Bill’lerin yanına koyacağız. Yol arkadaşlarını ayırmayalım, değil mi?
Bir de yakarış. Ne olur, kaliteli film vizyona çıkınca bir zahmet salonların yolunu tutun. Yoksa “Crash” da güme gidiyor, “Sin City” de! Ortalık sonra eblek filmlere kalacak, benden söylemesi.
Can Anamur