Dilsizliğimiz
"Asya ile Avrupa’nın birleştiği köprü olan İstanbul’da yaşayan halkın acaba sadece bir tek dil bilmesi sizce doğru mu?" Mürsel Sezen'in yeni yazısı...
Asya ile Avrupa’nın birleştiği köprü olan İstanbul’da yaşayan halkın acaba sadece bir tek dil bilmesi sizce doğru mu?
Üniversite mezunu olan, hiç değilse üç beş kitabı yalayıp yutmuş olan yüzbinlerce kişi sürekli dil bilmemenin ağırlığı altında eziliyor.
Gün geçmiyor ki birinin ağızından “İngilizcemi geliştirmem lazım” diye bir sözcük duymayayım.
Sonu gelmeyen bir savaş bu.
Maddi durumu biraz daha iyi olan ya da cesaretli olanlar bebek bakıcılığı yaparak dil öğrenmek için gidiyor yurt dışına.
Orada en az bir iki yıl kalıyorlar.
Sonra Türkiye’ye dönüp iş aramaya başlıyorlar.
Bir bakıyorlar ki yaşıtları köşe başlarını tutmuş, birşeylere geç kalmışlar.
Onlara bir tek –dillerini kullanmaları kaydıyla- komik ücretlerle çalışmak kalmış.
Çünkü onların yerine ikame edilebilecek binlerce kişi var.
Bir yatırım yapıyorsunuz ve bu ölü bir yatırım oluveriyor.
Peki iş bununla bitiyor mu?
Hayır. Çünkü yurt dışına kalmış olsanız bile bu meret kullanmadıkça geriliyor. Bir çok işyeri dil bilmeyi zorunlu tutuyor ama elemanına dilini kullanabileceği bir iş vermiyor. Sadece elinin altında olsun istiyor.
Sonra kaygılar başlıyor. Unutulduğu için pişmanlıklar... Sürekli kitap okumak, sinemaya gitmek, birileriyle konuşmak gerekiyor.
Yurt dışına gidemeyip Türkiye’de kalanların durumu ise daha vahim. Hep içlerinde “ben gidemedim” duygusu ile yaşıyorlar.
Aslında sorun eğitim sisteminin bozukluğundan kaynaklanıyor.
Ebeveynlerimde en kıskandığım şey, başka bir ülkede eğitim aldıkları için en az üç dile tam anlamıyla, birkaç dile de anlayacak düzeyde hakim olmaları.
Annem kolejde hazırlık sınıfında Latince öğrenmiş. Öyle yoğun bir program uygulanmış ki yıl bitiminde Latince’den bir klasiği kendi dillerine tercüme etmeleri istenmiş. Lise bitene kadar tüm dünya klasiklerini bitirmişler. (Ben üniversiteye hazırlanırken sadece isimlerini ezberletmişlerdi bize)
Liseyi bitirdiğinizde ana diliniz hariç en az iki dil biliyor olmayı istemez miydiniz?
Bir de üstüne Osmanlıcayı öğrenmiş, önünden geçtiğimiz eski bir binanın üzerindeki yazıyı okuyup ne dediğini anlayabilmek keyifli olmaz mıydı?
Bu yüzden televizyonlar sayesinde evimize taşınan başka dildeki filmlere sıcak bakıyorum. Dünyanın her köşesindeki insanlarla konuşmamızı sağlayan chat programlarına da...
Fakat elbette Türkçe’yi de ihmal etmeden.
Zaten bunu söylemeye bile gerek yok.
Önce o gerekli bize...
Tabii bir de dil öğrenmeyi reddedenlerimiz var.
Size Paris’in banliyölerine giden bir arkadaşımın başından geçen komik bir olayı anlatayım. Türklerin yoğun bulunduğu bir bölgeye giden arkadaşım 25 yıldır burada yaşayan bir amcanın yanına oturmuş. Muhabbet ederken;
“Fransızcayı öğrendiniz mi?” diye sormuş.
Amca aynen şöyle cevap vermiş;
“Ne öğreneceğim gavurun dilini!”
Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr
DİĞER HABERLER
Annelerini Dinleyen Genç Kadınlar Riskten Kaçıp Nakite Sarılıyor Yatırım Yapmıyor
Genç girişimci kadınları riskten kaçmadan yatırım yapmaya davet etti...
Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’na Son 30 Gün
Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlar için geri sayım sürüyor.
“Kabızlıktan Kurtulmak İçin Pratik Öneriler”
“Kış aylarında kilo almamak elinize”
“Yoga ve Meditasyonla Rahatlamak”
“JCIST 8.Crossroads Uluslararası Kısa Film Yarışması ve Festivali ”
“Çıplak gemi turları ilgi görüyor”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32