Türkiye’de “Ekonomiyi Sevdiren Kadın” olarak biliniyorsunuz. Ekonomi gibi sıkıcı görünen bir alanda bunu nasıl başardınız?
Pek çok kişi ekonomiyi sıkıcı buluyor. Çünkü hem ekonomiden korkuyorlar hem de ekonomi onlara yabancı bir dil gibi geliyor. Oysa sevildiğinde ve anlaşıldığında çok eğlenceli bir dal olabiliyor. Ben de tıpkı kahve falı bakar gibi grafikleri yorumlayıp esprili bir şekilde anlatmayı tercih ettim. Bu da baya tutuldu ve geniş kitlelere yayıldı. Böylelikle ekonomi, ev kadınlarından emeklilere hatta öğrencilere kadar pek çok kesim tarafından sevilen ve merak edilen bir alan haline geldi.
Ekonomiden Talk Show alanına geçmeye nasıl karar verdiniz? Bu keskin dönüşe hemen adapte olabildiniz mi?
Sekiz yıl Bloomberg HT’de ekonomi anlattıktan sonra hem ülkenin konjonktürel durumu hem de benim üretkenliğim biraz kısırlaşmıştı. Yeni ve başka bir şey arıyordum ve neden akşamları bir Talk Show yapmıyorum diye düşündüm. Zorlukları tabii ki vardı çünkü keskin bir dönüş oldu. Birden bu tarafa geçtim ve yeni bir alan yaratarak kendimi burada tanımak istedim. Adapte olması zaman aldı çünkü haber akışı, canlı yayınlar, konuklar derken kendimi bir anda stüdyonun içinde deyim yerindeyse daha önce hiç tanımadığım bir sanatçının, şarkıcının, ressamın ya da oyuncunun egosuna hapsolmuş bir şekilde buldum. Başlarda zorlandım ama sonrasında kendi şovumu ortaya koyarak kendimi gösterebilmeyi başardım ve tuttu. Şimdi üçüncü sezona başlamış durumdayız.
Televizyonda Talk Show yapan tek kadınsınız. Türkiye’de kadınlar neden bu alanda kendilerini gösteremiyor?
Türk televizyonlarında şu an Talk Show yapan tek kadınım. Talk Show alanında, kemikleşmiş bir erkek egemen durum var. Bu nedenle hep erkeğe alışığız. Birkaç kadın şansını denedi ama ne yazık ki uzun vadeli olamadı. Oysa kadınlar da erkekler kadar hazırcevap, esprili, bilgili, donanımlı, zeki ve kıvrak olabilirler. Bunu göstermekte hiçbir sorun yok. Bence televizyonların da kadınlara yer açması ve şans tanıması gerekiyor.
Ankaralısınız, gazeteci bir babanın kızısınız ve haberciliği TRT’de öğrendiniz. Bu durum meslek hayatınızda nasıl bir fark yarattı?
Ankaralıyım, otuz beş yılımı Ankara’da geçirdim. Ankara ve habercilik tabii ki hayatıma çok şey kattı. Hayatın özü, doğru soruyu sormakta yatıyor. Ne iş yaparsanız yapın, kendiniz ve hayatla ilgili doğru soruyu sorduğunuz zaman yolunuzun anlamı perçinleniyor. O anlamda Gazetecilik; doğru soruyu sormak, doğru temeli atmak, doğru gözlemi yapmak ve etrafa daha başka gözlerle bakmak açısından oldukça önemli. Ankara’da gazeteciliği öğrenmek demek siyasetin göbeğinde yetişmek demek, babam da bu anlamda benim rehberimdi. Yemeklerimizde hep siyaset ve haber konuşulurdu. Öyle olunca babam her ne kadar doktor olmamı istemiş olsa da benim gazeteci olmaktan başka şansım yoktu.
Sonrasında Londra’ya taşındınız. Londra yılları size neler kattı?
2003 yılında bir anda Londra’ya taşındım. TRT’de sabah kuşağı yapıyordum, eşim BBC’ye gidince ben de dünya insanı olmak ve şansımı denemek için kalktım gittim. Böylece yedi yıllık Londra serüveni başladı. Londra, bana çok şey kattı. Mesela eşya ile kendinizi ifade etmemeyi ve daha minimal yaşamayı öğreniyorsunuz. Türkiye’de bir statünüz varken orada kendinizi anlatmanızı ve ne olduğunuzu göstermeniz gerekiyor. Orada kurulan bütün ilişkiler sizin hiç kimse oluşunuz üzerine kuruluyor. Kendinizi yeniden bulmak, özünüze yeniden ulaşmak, dünyayı yeniden tanımak, yeni insanlar tanımak, farklı kültürlere saygı göstermek ve empati kurmayı da beraberinde getirdiği için beni inanılmaz zenginleştirdi. Bugünkü beni yaratan en önemli faktör, Londra’da geçirdiğim yedi yıldır.
2010’da Londra’dan İstanbul’a dönüş kararınızı etkileyen en büyük faktör nedir?
Bloomberg HT kuruluyordu, ben oradan buraya bildiriyordum. Sonrasında bana eğlenceli yayın sunduğum için program vermeyi teklif ettiler. Ben de kabul ettim. Zaten Londra’ya giderken, Türkiye’ye yeniden dönme planıyla gitmiştim. Başka bir ülkede kendimi geliştirir, donanımlı hale geldikten sonra Türkiye’ye dönerim diye düşünmüştüm. Bu durum Türkiye’de çifte bir standart. Şöyle ki Ankaralı bir gazeteci olarak İstanbul’a gelseydim yine aynı şekilde karşılanacaktım. Ama Londra’dan transfer edildiğimde ise “Aslı Şafak Türkiye’ye geliyor” diye büyük bir reklamla geldim. Benim için çok gurur vericiydi. İstanbul’da televizyonculuk yapmak hep hayalimdi ama bunu Londra’da yapmak ve ülkemden böyle teklifler almak dönme kararımı etkiledi. Burada piştim şimdi ülkeme dönmeliyim ve ülkem için faydalı bir şeyler yapmalıyım amacıyla döndüm.
Döndüğünüz için hiç pişman oldunuz mu?
Pek çok kişi bu soruyu sordu ama hiçbir zaman pişman olmadım keşke gelmeseydim demedim. Zaten gazeteci kimliğinizle yaklaştığınız zaman en çetrefilli zamanlarda o olaylara tanıklık etmek hem hayatınız hem de kendi kişisel gelişiminiz için oldukça önemli oluyor. Londra’ya belki yaşlandığımda dönerim ama şu an burada olmak bana iyi geliyor ve buradaki kendimi seviyorum.
Peki “Gitmek mi kaçmak mı?”
Anladığım kadarıyla TedX konuşmamı dinlemişsiniz. Çok etki bırakan bir konuşmaydı. O konuşmayı 2017 yılında referandumdan on beş gün önce yaptım. Çünkü beyaz yakalı belli bir kesim; artık bu ülkede kalınmayacağını, Amerika’ya İngiltere’ye gidilmesi gerektiğini söylüyordu. Ben de buna istinaden gitmemeleri gerektiğini, gitmek denilen şeyin ancak bir hayal veya planla yapıldığını, bunun ise gitmek değil kaçmak olduğunu anlatan bir konuşma yaptım. Bir hayalin dışında sırf istemediğiniz bir yönetim biçiminden ya da mutlu olmadığınız için bir yere gitmeye kalkıyorsanız bunun adı kaçmaktır. Ben bu topraklarda kaçmayı kimseye yakıştırmıyorum, gidelim ama kaçmayalım. O yüzden tabii ki gitmek diyorum.
Ekonomi ile hala ilgileniyorsunuz. Sizce ileride bu alanda ne tür dönüşümler yaşanabilir?
Her şeyden önce dijitalleşme denilen mesele ekonominin damarında yer alıyor. Dijital paraların hızlı dönüşümüne şahitlik ediyoruz. Kısa bir süre sonra merkez bankaları, kendi imzalarını üzerine atarak çıkarttıkları bu paraları kendi dolaşım sistemleri üzerinden dolaşıma koyacak. Bununla beraber alışveriş, ithalat ve ihracat daha da dijitalleşecek, para kavramı yavaş yavaş ortadan kalkacak, sanallık kendini daha çok gösterecek. Yatırım araçları şekil değiştirecek. Yani dijital dönüşüm ekonomide de kendini gösterecek. Ancak ülkemiz açısından bakıldığında yüksek teknoloji üretmeyen ve üretimi düşük kalan bir ülke olarak dijitalleşmeye geç kalmamamız gerekiyor.
Dijitalleşme hızla yayılıyor. Bu durum televizyonculuğu öldürür mü?
Yayıncılık anlamında dijitalleşme var. Youtube, sosyal medya ve diğer mecralarda artık yayıncılık yapılabiliyor. Herkesin kendi kanalı var. Bu durum televizyonculuğu öldürür. Televizyon yöneticilerimizin kendilerini güncellemeleri gerektiğini düşünüyorum. Yani çağa ayak uydurmaları, gençlerin beklentilerini anlayıp beyinlerini okumalarını ve bu anlamda dijital platformlarda yapılanları iyi takip ederek televizyonu da buna entegre etmeleri gerekiyor. Bunu şu an çok yaptıklarını düşünmüyorum. Eğer böyle giderse dijitalleşme, televizyonculuğu öldürür. O yüzden yöneticilerin bir an önce gerekli yatırımları yaparak daha dijital düşünmeleri gerekiyor. Böylelikle tam tersi olur, televizyon ölmez tam tersine bütün dijital platformları öldürür.
Dijital medya alanında yapmak istedikleriniz var mı?
Evet var ama çok fazla yapılıyor ve ben artık youtube kanalım olmasını düşünmüyorum. Çünkü demode olduğunu düşünüyorum. Yeni bir şeyler bulmak gerekiyor. Ben dijitalleşmeyi televizyona entegre etmek istiyorum. Bunun için planlarım, programlarım var. Ancak şu an detaylarını anlatmak istemiyorum. Zaten önce yatırımcı, sponsor bulmak gerekiyor. Zorlandığımız alan da bu, özellikle pandemiden sonra iyice zorlandık.
Kitabınız “Bana Bana Hep Bana” yoğun ilgi gördü. Yeni bir kitap hazırlığı var mı?
İki kitap hazırlığı var fakat kafamda bir türlü oturtamıyorum. Başına oturup epey ciddi bir çalışma yapmam gerekiyor. Kendimden beklentim çok yüksek. Şimdilik biraz zamana yaydım ama evet, yeni bir kitap gelecek.
Programdaki enerjinizin kaynağı nedir? Gerçek hayatta da programdaki gibi neşeli, yüksek enerjili ve komik misiniz?
Evet, yani programda ne görüyorsanız gerçekte de aynısıyım. Aynı şekilde enerjiğim, eğleniyor, gülüyor ve kızıyorum. Gerçek hayatta da televizyonda gördüğünüzün aynısıyım, birbirinden farkı yok.
Yoğun çalışma temposu içerisinde kendinize nasıl zaman ayırıyorsunuz?
Eğer programım yoksa pazar günleri asla evden çıkmam. Mutlaka bir günü kendimle geçirir, kendimi dinlerim. Bir şeyler okur, müzik dinler, kahve içerim. Yalnızlığım en önemli ilham kaynağımdır. Eğer yalnız kalmazsam çok bunalıyorum ve kendimi kapanmış hissediyorum. Yalnızlık beni çok açıyor.
Uzun yıllardır gazetecilik mesleği içerisinde bir kadın olarak örnek oluyorsunuz. Mesleğe yeni atılmak isteyenler için tavsiyeleriniz nelerdir?
Her şeyden önce sabırlı olmak gerekiyor. Okulu bitirir bitirmez hemen ekran karşına çıkmak ya da sokağa çıkıp röportaj yapmak gibi bir dünya yok. Ben mesleğe ilk başladığımda babam nüfuslu bir gazeteci olmasına rağmen bir yıl çay servisi yaptım, konuk karşıladım, dekor yaptım. Mülkiye mezunu olmama rağmen her alanda çalıştım. Merdivenleri teker teker çıktım. Eğer bugün bir şeyler hakkında net konuşabiliyorsam kurgudan kamera kullanımına, çay servisinden konuk karşılamaya kadar her alanda çalıştığım için yapabiliyorum. O yüzden en alttan başlamak çoğu zaman sizi güçlü yapar. Buradan çocuklarına kıyamayan anne babalara da seslenmek istiyorum, çay getirdi diye çocuklarınızın incileri dökülmüyor. Lütfen çocuklarınızın iyiliği için bırakın çay servisi yapsınlar, misafir karşılasınlar. Bunlar onları aşağı çeken şeyler değil, tam tersine on yıl sonra kendi tahtlarını yapmalarına giden yolu açan hareketlerdir. O yüzden benim tek bir tavsiyem var; en alttan başlayın ve hiç gocunmayın, sabırla ilerleyin. Göreceksiniz, en tepelere kadar çıkacaksınız ve sizi kimse indiremeyecek ama mutlaka mütevazı olun.
Bir Ankaralı olarak Ankara’ya dair en çok özlediğiniz şey nedir?
Pek çok şeyini özlüyorum. Simidini, doğup büyüdüğüm Çankaya 2.Basın Sitesi’ni, arkadaşlarımı, üniversiteyi, pastane kültürünü yani Ankara’yı her şeyiyle özlüyorum.
En büyük hayaliniz nedir?
Yaşlılar, çocuklar ve sokak hayvanlarının iç içe geçtiği, hepsinin birbirinden sorumlu olduğu ve kendinin ekonomik anlamda döngüsünü sağlamış bir örnek köy kurmak ve bunu dünyaya pazarlamak
istiyorum.
Röportaj:MAG