>

RÖPORTAJ

Jülide Ateş: “Kendi kızım olsa güzellik yarışmasına sokmazdım”

Toplumla örüntülü bir yaşam…
 
   
 
 
     

1990 Türkiye Güzeli ve haber sunucusu Jülide Ateş; naif, zarif kadın siluetini koleksiyonlarına taşıyan ünlü tasarımcı Mehmet Köymen’in uzun yıllardır sürdürdüğü sosyal sorumluluk projeleri kapsamında, “Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı” yararına gerçekleştirilen “Mehmet Köymen 2024 La Diva Koleksiyonu” defilesinden parçalar giydi. MAG Okurları için özel olarak kamera karşısına geçen Ateş, proje hakkındaki duygularını ve gençlere tavsiyelerini verdi.

Anne ve Bebek Sağlığı Vakfının öğrencilere eğitim bursu yararına gerçekleştirilen defilede Mehmet Köymen 2025 Haute Couture’dan parçalar giydiniz. Bu proje hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Kariyeriniz boyunca katıldığınız sosyal sorumluluk projelerinin önemi hakkında neler söylemek istersiniz?

Sosyal sorumluluk kavramını, güçlü ve bilinçli bir toplum için son derece önemli buluyorum. Bir anlamda vatandaşlık bilinci, birey olmanın gerekliliği, birlikte hareket edildiğinde, örgütlenildiğinde bu bağlamda daha güçlü olunacağını düşünüyorum; zira hiçbirimiz hepimizin bildiğini bilemeyiz, birlikten güç doğar. Bu bağlamda eğitim konusunda özellikle destek vermeyi, eğitimi; Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu biri olarak çok önemsiyorum. Her şeyin eğitimle başlayacağını düşünüyorum fakat bu konuda maalesef ülkemizin güzel bir sınav vermediğini düşünüyorum. Sıfır ila altı yaş grubundaki çocukların eğitimi konusunda çok zaman kaybettiğimizi, yedi yaşın da çok geç olduğunu düşünüyorum. Keşke sıfır ila altı yaştan itibaren çocuklarımıza; soru soran, sorgulayabilen, ezbere dayanmayan, ikinci ve hatta üçüncü yabancı dilin içinde olduğu, bütün dünya perspektifinin, felsefenin, mantığın müfredatta olduğu bir öğretim sunabilsek; fakat maalesef bunu başaramıyoruz. Bu konuda daha çok kat etmemiz gereken yol var.

Anne ve Bebek Sağlığı Vakfının bu konudaki çabaları, çocuklarımıza olan eğitim desteği beni çok mutlu ediyor. Keşke bu tür sosyal sorumluluk projelerini çoğaltabilsek. Bebek sağlığı, çocuk sağlığı konusunda yapılacak her türlü atılım, ülkemizin gelecek nesillerini güçlü yetiştirmesi açısından son derece önemli. Bu sadece bedensel sağlık değil; mental sağlık olarak da bunu irdelemek lazım.



Sizi örnek alan gençleri düşününce, sosyal sorumluluk adına gerçekleştirilen projelerde yer almanın onların üzerindeki etkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Bunun, kişinin bireysel gelişimine insan olmasına, tekâmülüne çok katkıda bulunacağını düşünüyorum. Zaten ihtiyaçlar hiyerarşisinin artık en tepesinde “vermek” var. Özellikle entelektüel, sosyolojik, ekonomik kazanımlarımızı bir yerden sonra paylaşmak... Herkesin, verebileceği bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunun için illa çok zengin, çok bilgili, çok entelektüel olmak gerektiğini de düşünmüyorum.

Anadolu’nun kadim kültürlerinde güzel STK örnekleri var. İmece usulü çalışmak, usta-çırak ilişkilerindeki o hürmet, saygı... Aslında bizim Anadolu kültürümüzde çok güzel değerlerin, heybemizde çok güzel motiflerin olduğunu, bunları modern hayata uygulayabilirsek çok başarılı olabileceğimizi düşünüyorum. Köy hayatını düşünün: Büyük aileler, avlular, bebekle ilgilenen komşular, hayvan ve doğa sevgisi... Keşke bunları mümkün olduğunca bugüne, modern hayata taşıyabilsek. Yurt dışından şablon getirmeye, bize ait olmayan değerler üzerine bir şeyleri kurgulamaya hiç gerek yok. Önemli olan, bizim kendi gerçek değerlerimizi bugüne ve bugün uygulayabilmektir. Bu bağlamda sosyal sorumluluğun en temel ilkelerinin, kendi kadim kültürümüzde bulunduğunu düşünüyorum.

Güzellik, zarafet, elegans denildiği zaman, yıllardan bu yana Türkiye’de akla gelen birkaç isimden birisiniz. Gerçekleştirdiğiniz televizyon ve sosyal medya programlarınız ile bir markasınız. Markanızı korumak zor oluyor mu?


1990’dan beri yaklaşık otuz dört yıldır medyadayım, neredeyse otuz yılı ekranda geçirdim. İnsanların evlerine, ailelerine misafir oldum. Yemek sofralarında kanalı açtılar, onlara haber aktardım, muhabirlik yaptım. Dolayısıyla bizim yolculuğumuz uzun sürdü. Bir genç kızdım ekranda olduğumda, sonra kendime anne oldum; şimdi belki izleyen çocukların annesi yaşında, evin teyzesi olduğum dönemler oldu. Sanıyorum marka değerinizi oluşturmak üzerine yola çıkmıyorsunuz aslında, sahip olduğunuz değerlere tutunarak, toplumun değerleriyle örüntüleyerek, onlara da hürmet ederek bir hayat yaşıyorsunuz. Yaşadıklarınız söylediklerinizle ne kadar örtüşüyor, kelimelerinizi ne kadar içselleştirebiliyorsunuz; bence insanlar zaman içerisinde bunu hissedip, buna sevgi ve saygıyla sizin markanızı kabul ediyorlar.

Ben izleyiciyle aramda bunu yapmak üzerine bir hayat yaşamadım ama zaten kendi sahip çıktığım değerler üzerinde, değerlere tutunarak bir hayat yaşadım ve sonrasında sanıyorum bu da izleyicinin değerleriyle örtüştüğü için bir dostluk, bir güven duygusu oluştu. Buna tam olarak marka demek istemiyorum, çünkü marka bir üründür, ben bir ürün olarak hiçbir zaman sunmadım kendimi. Bir hayat yaşadım kendim olarak, kendimi var ederek, kendi tekâmül yolculuğumu yaşayarak; dolayısıyla bu yolculuk samimiyetle birilerinin kalbine dokunduysa ve bu samimi ve gerçek bulunduysa burada bir örtüşme vardır. Bunu kanıtlayacak bir otuz dört yılım oldu, sanıyorum bu maraton koşuldu, güzel anılarla degrade etti. Bundan sonra da farklı platformlarda yeni çiçekler vereceğimi biliyorum ama hangi platformlarda, nerede, nasıl olduğunu zaman gösterecek.

Güzellik yarışmasına katılmak, televizyon ve sosyal medyada yer almak isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz?

90’ların güzellik yarışması anlayışı ile bugününki çok fark ediyor. Değerler, bakış açısı, sosyolojik dinamikler, hepsi çok değişti, yerinden oynadı. Dolayısıyla, bizim girdiğimiz yıllarda ülke temsili açısından çok önemliydi fakat şimdi kişilerin yeteneklerini ifade edebilecekleri o kadar çok değişik nitelikli programlar doğdu ki ülke temsili de buralara sıkışmadı. Bu olumlu bir gelişme. Ben elli üç yaşındayım, şu an yıllar içerisinde güzellik anlayışım çok değişti; daha demlendi, daha derinlik kazandı. Tabii ki on dokuz yaşın psikolojisiyle bakmıyorum. Kendi kızım olsa yarışmaya sokmazdım ama girenleri de kınamıyorum, çünkü bu bir bakış açısıdır.

Güzellik yarışmalarının gerekli olduğunu düşünmüyorum fakat güzelliği toplumda ön plana çıkaran ve buna değer atfedenler yarışmacılar değildir; bizzat bunu izleyen, medyada yer veren, günlük hayatında güzellik için bu kadar çaba sarf eden, güzel olmak için bu çabanın yanı sıra güzeli kayıran psikolojidir, zihniyettir. Dolayısıyla “suçlu” varsa, bu yarışmaya katılanlardan çok bu kavrama önem atfeden bütün zihniyeti sorgulamak gerek diye düşünüyorum. Biriyle tanışıldığında, en zekiler, en muktedirler genelde güzelin peşindedir; masallar da bunun üzerine yazılmıştır, felsefe de, hatta mitolojide kahramanlar bile güzellikle beslenmiş, bezenmiş kahramanlardır... Bu zihniyetin altında ne yatıyor, neden insan bir güzel arayışı içerisinde ve güzellik anlayışı zamana göre neden değişiyor; bunları irdelemek lazım diye düşünüyorum. Yoksa bir tacın altında çok çeşit güzellik kraliçesi var; çok takdir ettiğim, bilim insanı olan, çalışan, üreten... Arkadaş olduğum, değerlerini paylaştığım da çok Türkiye güzeli var; ama yaşam örüntüsüyle, değerleriyle ve hayattaki duruşlarıyla çok bana hitap etmeyen güzellik kraliçeleri de var. Bir tacın altına bu kadar çok çeşit insanı sığdırmak pek kolay değil. Zaman içerisinde süzgeçten geçip, elenip, kalbinize, gönlünüze, ruhunuza ve değerlerinize dokunanlar arkadaşınız olarak kalıyor zaten.

Televizyon ve sosyal medyada yer almak isteyen gençlere de tavsiyem; söylediklerini içselleştirmeleri... Ne kadar samimi, ne kadar gerçek olurlarsa bu, seyirciye o kadar geçiyor. Seyirci çok zeki aslında. Hep derim; sporculuk da, sanat da, aslında torpil kabul etmeyen meslekler, çünkü milyonların gözü önündesiniz. Nasıl iyi bir futbolcu torpille sahaya çıkamayacaksa, siz çıksanız dahi otuz dört yıl kalamazsınız. İç donanımınız, eğitiminiz, değerleriniz, aileniz, yaşam tarzınız hepsi bir bütündür; özellikle ekran karşısındaysanız bunların bütünüdür. Bunları ne kadar gerçek, samimi örüntüleyebilirseniz işte o “marka” değeriniz de o kadar güçlü olur ama ana hedef marka değerinizi güçlendirmek değil; erdemli, nitelikli, güzel ve kaliteli bir hayat yaşamaktır.



Mehmet Köymen ile çalışmak nasıl bir duygu?

Mehmetçiğim öncelikle benim çok sevdiğim bir dostum, mesleğinde de gerçek bir duayen. Biliyorsunuz uzun yıllar büyükelçiliklerle, Amerika, Belçika, Rusya gibi ülkelerde defileler gerçekleştirdi; Türk bayrağını dalgalandırdı. Tasarladığı kıyafetler de gerçekten çok değerli. Tabii bunda; uzun yıllar birlikte mesai yaptığı, Türk modasının büyük duayenleri Hayri Akduman, Übeyde Bozyiğit ve Canan Yaka’nın da etkisi var. Tüm kıyafetler bu ustaların tekniğiyle, eski couture dikiş tekniğiyle elde dikiliyor. Kumaşları işleyişleri, materyalleri, aksesuarları her şey çok özel.

Mehmetçiğim ile daha önce de Doğu’daki genç kızların eğitim bursları yararına yine bir sosyal sorumluluk projesi için çalışmıştık. Yine zevkle onun kıyafetlerini giymiştim.

Son olarak, hayatınızdaki en anlamlı anınız hangisiydi?

Birçok anı var ama sanıyorum oğlumun doğumu benim hayatımdaki en büyük, en güzel anım, hatıram. Benim için bir milattır. Hayatımın daha derinleştiği, bütün anlamlarımın önem sırasının değiştiği, duygu dünyamın renk skalasının daha genişlediği bir hatıradır Ali’nin doğumu. İnsana, tabiata, bütün canlılara, bunların yavrularına daha merhametle, şefkatle, duyarlılıkla bakmamı sağlayan bir kavramdır. Herhalde oğlumun doğumu hayatımdaki en anlamlı, en güzel değişim, hatıra diyebilirim.


 

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>