YÜKLEMİMİ ANLAMLI KILAN ÖZNEME...
Mastar halindeki yüklemler gibiyiz. Kayıp etmişiz ruhumuzu sahiplenen özneleri. Ne gizlisi, ne belirtilisi, ne de belirtisizi kalmamış hayatımızda. Koşmak, hoplamak, ağlamak, uyumak, yatmak, yürümek. Standart, kuru kuru, sahipsiz... Kimin yaptığı belli değil…
Ona bakarken hep bunları hissediyordum. Onun neden bu kadar yabani olduğunun nedenlerini hayal etmek zor olmamıştı benim için. Ona sorsanız; sohbet etmek için harcanan nefesler sevişirken harcanandan daha değersizdi.
“Neden kendinize bu kadar konuşacak şey üretirsiniz? Sen, kendine yetmiyor musun da bu kadar kalabalık bir çevreye ihtiyaç duyuyorsun? Ha bu arada, mum ışığı sadece düzüşmeden önce gerekli olan aksesuardan başka bir bok değildir. Sahiplenilmeden, ona teslim olmadan gideceksin, kapışmaların olduğu o soğuk yataktan...”
Gözbebeğimin içine bakarak, kendisine hayran olmamı bekleyerek söylemişti daha ilk karşılaşmamızda bu sözleri. Maskesi yüzünü tamamen kapatıyor sanıyordu belli ki; fakat maskesindeki kocaman yırtıktan haberi yoktu. Sahiplenilmenin sadece bir yatak faaliyeti olduğunu sanan bu kadın, yüklemlerini “ben” çerçevesinde belirleyen budalanın tekiydi. Varoluş nedeni olmadan yaşama kaygısı dolanıyordu damarlarında. Hayatın içerisinde asalak gibi yaşıyor, hayat onu sürüklerken, hayatın ona ayak uydurduğunu sanıyordu.
Gözlerimle şöyle bir süzdüğümde bu arsız kadının aslında güzel bir kadın olduğunu görebiliyordum. Acaba arsızlığı mıydı onu güzel kılan? Giydiği siyah elbise ve saçlarının yüzü ile uyumu tüm gözlerin üzerinde olmasına neden oluyordu. Tabi o da bunun farkında olduğundan daha bir şehvet ve gizlilik ekliyordu hareketlerine. Bir an için “acaba bu güzel kadını kıskanıyor muyum?” diye sordum içimdeki ezik kadına. Tereddütsüz “evet!” yanıtını almak sağlam bir tokat oldu edepli takılan kendime.
...
Ve 6 yıl sonra...
Yaşımı her seferinde anımsatan takvime bakıyorum da, 6 yıldır tanıyordum onu. Keşke bu yazıyı ona okutabilsem, “Bak, sen sevmesen de satırlarıma ilham oldun.” diyerek erkeksi omuzlarına yaslanabilsem... Sonunun böyle olacağını önceden kestirdiğim için şu an ayna karşısında kendime tükürmek istiyorum ama...
Amalarla bezenmiş bir cümle daha, her yitirilişin ardından gelecek daha nice “ama”ların şerefine...
Bu geceyi tamamen onu düşünmeye ayırdım... Elimdeki kan kırmızı şarap, gecenin asil havasına yaraşır cinstendi. Onun sadece sevişme aksesuarı olarak nitelendirdiği mumlar çevrelemişti penceremin önünü. Gökyüzündeki yıldızlar beni yalnız bırakmayacaklardı anlaşılan. Bir an farkettim ki ay daha önce bu kadar heybetli gelmemişti gözüme. Görünen o ki; bu akşam son bir vuruş yapılacaktı romantizm damarlarıma.
Yalnızlık demişken kaç zamandır yalnızdım ben. Kaç zamandır saçlarım merhametle okşanmadı, kaç zamandır tenime tapacağım bir ten dokunmadı, kaç zamandır bu kocaman yatak bana soğuk bir mezar gibi gelmeye başladı, kaç zamandır sabahları kahvaltı çoşkumu sigara coşkusuna bıraktım. Salınırken bilmediğim tenlerde, beni ben kadar iyi tanıyacak bir ten olabilir miydi? Bana dokunduğunda aşkından gebereceğim bir erkeğim olabilir miydi? “Bugün film izledim.” yerine “Sevgilimle film izledik, ardından uyuyakaldık.” diyebilir miydim kız arkadaşlarımı çatlamak için?
Evet, yapabilirdim.. Yapmalıydım da.. Ama yapmadım.. Eylemlerime ortak olacak insan, hayatımdan da çalacak diye korktum.. Geleceğimde çoğullukları hayal etmedim ki hiç! Varsa yoksa ben.. Cümlelelerimin tek sahibi, güçlü kadın olan ben... O kadar uzak durmamın nedeni neydi peki? Şuurum ya da çoğul yaşama isteğim 32 yaşımda mı yakama yapışacaktı? Dolandığım tenlerde, şehveti bulamadığım zaman mı aklıma düzenli bir hayat gelecekti?
Onu düşünmeye ayırdım bu gecemi dedim ya.. Derken daha önceden itiraf niteliğindeki sözleri düştü kocaman bir alev topu gibi gecemin ortasına. Onun gibi olmaktan korkarken aslında “aynısı” olmuştum.
Ne güzel de özetlemiş yıllar öncesinden şu an ki halimizi Sevgili Seda...
“Ben öznemi çoktan yitirdim.. Benle devam ederken hayatım baktım böyle gitmez onu ya da seni eklemeye başladım eylemlerime.. “Yalnız başıma yürüyorum sahilde..” sözleri “Sevgilimle sahilde yürüyorum.” kalıbı ile birden bizli bir format aldı.. İlk sevişme ve son sevişme arasında hep bizdi herşey.. Sonra ne oldu, nasıl oldu anlayamadan eylemlerim yine tekilleşti.. Ne yapıyorsun Seda?.. Kıçımı devirmiş salya sümük ağlıyorum. Anladım, yüklemlerimi anlamlı kılanlar hep kendi istedikleri sürece o cümle içerisindeler.. Daha güzel bir hikaye buldular mı geride kalan cümle dağılır mı diye düşünmeden sıvışıp gidiyorlar, diğer hikayenin baş kahramanı olma yoluna doğru.. Seviyordu Mehmet, ondan önceki Can da. Seda da seviyordu onları. Herkes yarın ne getirebilir diye düşünmeden sayısız yemin ediyordu. Allah korkusu olan ben bile çoğu zaman inanmadan “Yemin ediyorum en çok seni sevdim bu zamana kadar Hasan.” diyerek iniltiler içerisinde sevişebiliyordum. Ağzımdan çıkanlar bazen cidden ağzımdan mı çıkıyor diye düşünmedim değil; ama gördüğün gibi.. Ben öznemi yitirmiştim. Hayatıma kimse müdahale edemiyor, canım sıkıldı mı benim sevgilim diye hitap ettiğim adama “Lan sen de kimsin, defol!” diyebiliyordum. Oysa, içimdeki kırılgan kadın gerçekten sahiplenilmek, bir gizli özne tarafından anlamlı hale gelmek istiyordu. Hikayemin kahramanı her cümlemde aynı kişi olsun istiyordu. İçimi bu kadar güzel kamufle ettiğim halde bunu anlayabildiğin için sana anlatıyorum bunları Serpil’cim. Çevrene bak; başarılı, akıllı, yetenekli, güzel milyon tane kadın var. Ve bu kadınların belki de en belirgin ortak yanları gururlandıkları yalnızlıkları… Yaptım, ettim, başardım derken sana bana ne kadar inandırıcılar değil mi, ayran budalası gibi bakanlar ne kadar çok bilemezsin. Oysa gece olup da eve girdiğinde, karanlık bedenini teslim aldığında, hoyratça dolandığın bedenler sana ağır geldiğinde ve her sevişmeyi aşk sanan duyguların boğazına yapıştığında amacının sadece maddi kaygılar ya da günlük zevkler olduğunu farkedebiliyorsun. Ve gece, lanet olası o karanlık gece sana ne kadar anlamsız bir cümle olduğunu anımsatır.”
Bir gece yarısı aramızdan ayrılmıştı Seda. “İnsan kendi canına kıyacak kadar şuursuz bir yaratık değildir, o zaman insanın içine başka birşey kaçıyor bence.” deyip intihar edenlerle gizliden gizliye dalga geçerdi. Ama şimdi ardında sadece intihardan önceki hızlıca karalandığı belli olan kelimeleri var.
“Ve gece, lanet olası o karanlık gece sana ne kadar anlamsız bir cümle olduğunu anımsatır... Hayatının anlamlı olmasını istiyorsan bırak da bir el müdahale etsin. Sen, yalnız başına kahraman olamazsın. Pinokyoculuk oynamaya gerek yok. Gidiyorum, giderken yanımda anlamsız mastar halindeki eylemlerimi de alıyorum. Ve benim için çok sıradan artık ‘ölmek’. Standart, kuru kuru, sahipsiz...
Yüklemimi yeniden anlamlı kılan güzel kadın, senin şerefine bu ölüm...
Bana işe yarar birşey yap demiştin ya, taşıyamadım daha fazla gurur duyduğum yalnızlığımı. Affet beni Serpil...”
Bu gece özeldi, Seda’ya ayrılmıştı ve öylece bitmeliydi. Onu ilk gördüğümde aklıma düşen dizeler gibi...
Mastar halindeki yüklemler gibiyiz. Kayıp etmişiz ruhumuzu sahiplenen özneleri. Ne gizlisi, ne belirtilisi, ne de belirtisizi kalmamış hayatımızda. Koşmak, hoplamak, ağlamak, uyumak, yatmak, yürümek. Standart, kuru kuru, sahipsiz... Belki de sonsuza kadar…
Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net
SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER