İYİ BİLİRDİK ‘AŞKI’
Soğuk bir Ocak ayının son Cuma günü. Bedenim ve ruhum bir ‘koala’ kıvamında. Yataktan dışarı çıkabilen tek organım burnum. O da havadaki soğuğu algılayıp hemen yuvasına geri dönüyor.
Saat 10.00 da bir röportajım var ama ayaklarım çıkmak istemiyor bugün misler gibi kokan evimden. Dergiyi arayıp röportajı iptal etmeli, bugünü evimde geçirmeli haylaz ruhum. İçinizden “Ohh ne rahat iş” diyenlerinizi duyar gibiyim. Arada bir tembel damarım tutabiliyor. Aman patron duymasın
Hafifçe yatağımdan kalkıp ev telefonuna doğru uzandım ve tuşları çevirdim. Hoş bir santral sesinin hemen ardından Nerminciğimin sesi geldi. Huzur doldu içim “MediaBest’e hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim” sözcüklerini onun buğulu sesinden duyunca. “Nermincim kendimi iyi hissetmiyorum, bugün gelemiyorum röportaj da iptal.” diyebildim sadece. “ Başarılı bir derginin genel yayın yönetmeni olmak böyle bir rahatlık verebiliyordu demek insana.
Ve şimdi koca bir Cuma benim.
Mutfağa geçip güzel bir kahve hazırladım kendime. Çok uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi yapmanın şimdi tam vaktidir deyip güzel bir Bülent Ortaçgil şarkısı olan “Teninle konuşmak” eşliğinde pencerenin başına geçtim. Ahşap evler, daha bacaksız sayılabilecek yaşlarda hep ilgimi çekmişti. Diğerlerine göre daha asil ve hüzünlü. Tıpkı şu an yaşadığım ev gibi…
Asil ve hüzünlü evimin gözlerinde İstanbul’u izliyorum. Nasıl da savunmasızsın bugün İstanbul. Dur durak bilmiyor gökyüzünün hüznü. Sen, her ağladığında garip bir anlamsızlık çöküyor içime. Ne kadar yokluğun varsa İstanbul, birer birer çıkıyor karşıma. Bütün giysin kirleniyor ve bu sayede gerçek olduğunu düşündüğüm güzelliklerinin maskesi teker teker düşüyor.
Sana karşı bu sabah ne kadar da acımasızım ben İstanbul. Aşkımız mı bitiyor, yoksa ben incecik aşk ve nefret çizgisinin üzerinde miyim? Her anıma eşlik eden, her sırrımı bilen kadim dostum, sana bu sabah daha fazla haksızlık etmek istemiyorum; susuyorum tamam. Bu sabah sadece seni izlemek istiyorum…
Derken bir anda yüksek tonlu dış sesler karıştı düşüncemin seslerine...
Genç bir erkek ve genç bir kız hararetli bir tartışmaya tutuşmuşlar…
Erkek bağırıyor;
-Defol git, yeter artık. Ne yaptıysam, sen ve ben için yaptım. Sen, benim için vazgeçilmezdin ama çok sıkıldım bu tavırlarından. Kimim ben senin için? Her seferinde aynı tantana. Ayça, arkadaşım diyorum sana. Sadece biraz fazla rahat bir kadın. Ne zaman ne yapacağı belli değil. Neden her söylediğini yanlış anlıyorsun.
Belli ki genç kız sevgilisini bir kadından kıskanmış…
Genç kız da karşılıksız bırakmıyor;
- Sana ‘Hayatımın aşkı’ dediğini yanlış anladığım için özür dilerim ‘aşkım’. Ama bir fark sezinledin mi şu an söylediğim sözcüklerde. O da sana ‘aşkım’ diyor, ben de. Peki o da, bu da, şu da, ben de sana ‘aşkım’ diyebiliyorsak benim farkım ne?
Durum ciddi… Genç erkek kızın bu kıskanç tavırlarından belli ki çok sıkılmış…
- Üff kurtulamadın şu köylü zihniyetinden, sıkıldım senden Elif. Sen ve senin saçma sapan kıskançlık tavırlarından. Gidiyorum…
Ve gerçekten gitti. Kızın biraz önce sorgulayan ses tonu ise şimdi hıçkırıklara teslim olmuştu. Yerinden kımıldayamamıştı… Öyle kalakaldı…
Aşağıya inip sarılsam, yalnızlığına arkadaş olsam mı, yoksa davetsiz bir misafir gibi mi kalsam?
Ama bugünü kendime ayıracaktım, söz vermiştim kendime…
Yeniden pencereye uzandım. Kız yoktu. Korktum, başına bir şey gelmesinden. Ama ağır ağır oğlanın gittiği yöne ilerlediğini fark edince sesli kahramanlığımı bastırdım…
Sonra camdan İstanbul’u seyre daldım. Başladım yine düşüncemin seslerini dinlemeye… Gençler gerçekten çok farklıydı. Çağa mı ayak uyduruyorlardı yoksa, değişim bahanesinde mi sürükleniyorlardı? Değişim denen şey, bizi biz yapan duygularımızı bu kadar mı etkisi altına alıyordu? Herkesin ikamesi vardı artık. Gençler çabalamıyor, gençler en ufak bir tartışmada kaçıyor. Dostlar, arkadaşlar, sevgililer birbirine karışıyor. Kim sevgili, kim dost ayırt edemiyor gençler. Ve ne yazık ki çok fakirler. Akıllarının, akıllıca çalıştığı tek konu sex. (Hiç de sevmem bu kelimeyi ama yapılan tüm sevgisiz birleşmelerin adı olduğuna inandığım için şimdi kullanmanın tam zamanıdır.)
Oysa ki daha çok küçüktü biraz önce tartışan çift. Her hallerinden belliydi. Biz de çocukluk aşkı yaşadık ama karışmadı kimsenin sıfatı. Aşkım derken içimiz titrerdi. Aşkım demek ayıp bile gelir çekine çekine alırdık ağzımıza; fakat şimdi herkesin ağzında sakız kıvamına geldi bu güzel söz. Herkes birbirinin aşkı…
Acı, değer katar aşka. Ama bilmiyorlar acı nedir? En ufak bir can kırıklığında yangından mal kaçırır gibi alıyorlar beden ve kalplerini. Keşke kavgalarına sahip çıktıkları kadar, aşklarına da sahip çıksalar.
Her geçen gün bir aşkın daha cinayete gittiğini görmek ne acı. Hadi dostlar, buyurun cenaze namazına.
Soruyorum…
-Ey inananlar nasıl bilirdiniz aşkı?
Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
>www.serpilsahin.net
SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER