AŞKIN KADINI
Yeryüzüne herkes bir görev için gelmiştir. Kimisi korumak, kimisi yıkmak, kimisi sevmek, kimisi sevilmek, kimisi mutsuz olmak, kimisi mutlu olmak için… Senin, benim, hepimizin kutsal bir ya da birkaç görevi var elbet.
…
Odamdan içeri sızıp yüzüme vuran ışık demeti bu konuyu düşünmeme ilham oluvermişti. Anlık gerçek ile hayal arasında gidip gelen düşüncelerimle banyoya doğru ilerledim. Belli ki bugün sorgularla dolu, yorucu bir gün olacaktı.
Aynada o gün gördüğüm kadın, diğer günler burun buruna geldiğim kadına benzemiyordu. Gözler altındaki kırışıklıklar azalmış, cilt pembe bir hal almış, saçlar daha parlaklaşmıştı. Sabah paspallığıma karşın güzel sayılabilecek bir durumdaydım. Hazırlanmadan bu halde işe bile gidebilirdim.
Vücudumu saran siyah elbiseme uzandı ellerim; ama bugün içimdeki heyecanlı veledi dışarı çıkarmalıyım diye düşünüp son anda çiçekli elbisede tercih kıldım. Hani çayırlarda oradan oraya yuvarlanır da tüm yeşilleri elbisene özenle bulaştırırsın ya aynen öyleydi kıyafetim ve kim bilir kaç zamandır onu giymem için oracıkta bekliyordu.
Evden dışarı çıkışımı görenler şaşkınlık ve mutluluk karışımı bir duygu ile bana bakmaktaydılar. Bu bakışlar beni hiç rahatsız etmemişti, ben bile tanıyamamıştım bu sabah kendimi esas onlar tanısa garipseyebilirdim.
Kendim gibi göz alıcı arabamı bu sabah daha duyarlı kullandığımı fark ettim. Onunla uzunca bir zamandır bu kadar değerli bir sürüş keyfi paylaşmamıştık. Kaç kez kendi dikkatsizliğim yüzünden onu darbelere maruz bıraktığımı bilemiyorum. Ama bu sabah kendime ve ona karşı daha özenliydim. Yol boyunca en sevdiğim şarkıları dinlemiş, avazım çıktığı kadar her söylenene eşlik edip minik dans figürleri sergilemiştim. Sizin yerinize içimdeki zilliye “Sen tam bir trafik canavarısın” dedim, en ufak bir endişeniz olmasın.
O sabah ofise girişim tam bir düğün kıvamındaydı. Genci yaşlısı “Acaba bizimkine bu sabah ne oldu?” dan ziyade “Eyvah, Habibe’nin içine kendisi ile alakası olmayan bir şeyler kaçtı” dediler, biliyorum.
Herkese şen şakrak günaydınlar dileyip odama geçtim. Her zaman masamda olan dergilerimi kurcaladım, güzel bir sabah kahvesi söyledim kendime. Elim nedense bu sabah sigaraya gitmedi; ki gözümü açtığım gibi dudaklarımı ilk öpendir kendileri.
Zeliha Teyze, o enfes kahvesini masama bırakırken bir zarf takıldı gözüme. Kırmızı renkli, kenarından büyük bir telaş ile yırtılmış ve sanki terk edilmeye bırakılmış gibi masamdan bağımsızca duruyordu. Bu devirde nerden çıktı bu zarf nostaljisi der gibi isteksizce uzandım, elime aldım. Üzerinde ne bir isim vardı ne de nerden geldiğini anlayabileceğim bir iz. Dış yüzeyde bir şeyler görememenin verdiği merak duygusu ile hemen iç tarafa yöneldim. Daha önce yırtılmış kenarlar için bile büyük bir özen gösteriyordum.
Nostaljiyi seven biri ile karşı karşıyaydım. Kalemin ne olduğunu unutmaya başladığım şu zamanlarda el yazısı ile özene bezene yazılmış bir mektuptu bu. Hangi çılgın oturup bunu yazabilirdi ki?
…
“Sevgisizlikten Türettiğim Canım Kadınım’a,
Bu mektubu alınca neler hissedeceğini tam olarak kestiremiyorum, eğer hala eskisi gibi deli dolu ve umut etmekten korkmayacak kadar cesur bir kadınsan tebessümle karşılayacağına eminim. Fakat hayat pek çok şeyi değiştirdiği gibi sana da el sürdüyse ve sen de değiştiysen, ben bu yazılanlardan dolayı sadece seni kırmama ümidi taşıyorum.
Bunca geçen zamandan sonra sana bunu yazma nedenimi ya da seni nasıl bulduğumu sorgulama ne olur. Eskiden de sorgulamayı sevmezdin. Ne olursa olsun hep yanımda oldun. Seni kırdım, yanımdaydın. Seni üzdüm, yine yanımdaydın. Kimler terk etti ama sen ne olursa olsun bırakmadın beni. Kendimle baş başa kaldığımı sanıp üzüldüğüm zamanlar da bile hep senin ışığınla çıkış yolu buldum. Kendimden şüphelenir ama senin adına asla kaygılar taşımazdım, meleklere benzetirdim seni, arada bir şeytanlaşsan da. ‘Bunları zaten biliyorum, neyin derdindesin?’ diyecek olursan; aslında bu satırlar geç kalmış bir teşekkür için şu an karşındalar. Geciken şeyler insanları mutlu etmeye pek yetmez, hatta bazen kapanmak üzere olan yaraları bile kanatırlar ama son günlerimi yaşadığım şu demde sana bunları anlatmak istedim.
Evlendim. Şu an ağlayarak “Bana ne bundan domuz” dediğini biliyorum. 2 tane çocuğum var. Biri Masal, diğeri Umut. Eşim ile sessiz sedasız ilerlemeye çalışan 8 yıllık bir birlikteliğin sonuna geliyoruz. Doktorlar, akciğer kanseri teşhisi koydu. İlk duyduğumda yıkılmıştım. Eşim benden daha güçlü olamadığı için beni teselli edecek, bana yeniden yaşama ümidi verecek birileri yoktu hayatımda.
Birden aklıma düşmüştün o an. Ben mızmızlanıp hayattan şikayetlere başlayınca “Hayatta hep kendi başınasın; ama şunu unutma ne zaman güçsüzlük hissedersen elini yüreğine koy. Eğer deli gibi atıyor ve seni huzur ile selamlıyorsa hayata her an dilediğini yaptırabilirsin” demiştin. Elimi kalbime koydum; ama beni bırak der gibi atıyordu. Kırılmıştı yaşam hevesim. Seni bir an aklından çıkarmayan ben bu hastalığımdan sonra daha da düşünür oldum.
Ortada hiçbir şey yokken bir gün anneni aradım. Senin bütün telefon numaraların kapanmış olduğu için son bir şans anneni denemek istemiştim. Senin İstanbul’dan çok uzaklara taşındığını söyledi. Bensizliği kaldıramamış o güçlü kadın. Her şeyi geride bırakmak ister gibi kaçar adımlarla uzaklaşmış aşık olduğu şehir İstanbul’dan. Yaşattığım o lanet günlerden bahsetti biraz. Sakın ona kızma, pek çok şeyi dertleşmek ister gibi anlattı.
Benden yarattığım kadınım, her zaman güçlü durmak zorunda değilsin. Ağlamak istediğinde ağla, bırak içindeki fırtına sadece dışarıdaki eşyalara zarar versin. Bana verdiğin nasihatlarını kendin için hayata geçirmenin zamanı. Sen değil miydin, önce sen sonra diğerleri diyen? İnsan kendini mutlu edemezse, bir başkasını nasıl mutlu edebilir diyen, sen değil miydin? Benim bu dünyadaki görevim mutlu etmek demek yerine neden mutlu olup mutlu etmek demiyorsun? Ey güzel gözlüm, bu sabah kendin için bir şeyler yap. Gardırobunda ne kadar iç karartıcı kıyafet varsa at onları, içindeki renklerin sana yansımasına izin ver.
Her zaman senden akıl sana, bunları söylemek ne garip.
Son nefesimi sensiz vereceğimi bilmek, bazı doğrular ile daha da burun buruna getirdi içimdeki erkekle beni. Bu düşesice çenem herkese “aşkım, sevgilim” diyebilirdi. Ama öyle biri olurdu ki, ona sadece “kadınım” diyebilirdi hem de en içten, kalpten. Ve işte bunca yaşanan evliliğe ve çocuklara rağmen benim tek kadınım “sendin”.
Hayatında nasıl bir yerim var şu an bilemiyorum ama bilmek istediğim bazı şeyler var. Artık kendine değer ver, yeryüzünün en güzel kalbini insanların kırmasına izin verme. Kendin için güzel şeyler yap. Eskiden dans etmekten, şarkı söylemekten çok keyif alırdın. Dostlarınla vakit geçirmeye bayılır, sürekli onlardan bahseder dururdun. Ha bu arada aşık olmaktan sakın korkma, seninle aşk yaşamak yeryüzünün en mükemmel duygusu.
“Keşke”lerle dolu hayatıma bir keşke daha ekleyip “Keşke, yanımda olsan ve yeniden yaşamamı sağlasan.” diyorum.
Kendine dilediğin gibi bakmaktan ziyade hayal ettiğin gibi bak.
Seni Seviyorum.
Fatih.”
Mektup bitip de gözlerimden yaşlar dökülünce anımsamaya başladım her bir kareyi. Dün bu satıların ağırlığı yüzünden en yakın bara gidip zil zurna olmuştum. En son hatırladığım sahne deli gibi dans ettiğimdi.
Sabah neden bu kadar eskisi gibi olduğum ortadaydı işte. Kendime gelebilmek için geçmişten bir sevgilinin sözleri yetmişti. Yıllardır kayıp olduğunu düşündüğüm kadın yeniden ruhumdaydı. Beni yeniden bırakmayacak kadar benimdi ve güçlüydü. “Ben kimim?” sorularının kocaman cevaplarını bulabilmiştim. Ben aşktım, ben ümit etmektim, ben hayal etmektim. Ben, bir erkeğin “kadını” olabilecek kadar kadındım.
Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net
SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER