Gösteriş, insanın vazgeçemediği hastalık.
Allah islah etsin.
Bağlarbaşı Türk Kız kollejinde okuyorum.
Üst sınıflardan bir ablamızın doğum günü vardı. Devlet okutuyordu.
En güzel elbiselerimi giydim, tam dışarı çıkacaktım ki, babam, “küçük hanım nereye gidiyorsunuz. Çok da güzelsiniz”.dedi.
Durumu anlattıktan sonra, babam,
“Anlıyorum ki, doğum günü yapılan şahsın maddi durumu o kadar da iyi değil.Sen şimdi, bu elbiselerini çıkar, günlük kıyafetlerini giy.Unutma ki, mütevazi tercihler her zaman iyidir.Özendirmek, şerre hizmet etmek demektir” dedi.
O zamanlar, belki istemeye-istemeye kıyafetlerim çıkartmış olabilirim.
Ama, şimdi düşünüyorum da, ne kadar doğru ikazlar ve tashihlermiş.
Bahçede oynarken eve girer, muz veya benzeri meyveleri alıp, çocukların yanına gitmek istediğimde de, “arkadaşların kaç kişi” diye sorar, şayet yeteri kadar meyve yoksa, “evde ye, arkadaşlarının canı çeker, imrendirmeye vesile olma” derlerdi.
“Alan var, alamayan var.Gücü yeten var, yetemeyen” ..
Ne kadar doğru.
Yaz geldiği zaman bir süre anneannemim yanına çiftliğe, bir süre de bağa, büyük babamın yanına giderdik.
Çiftlikte ve bağda onlarca insan çalışırdı. Ablama ve bana, “sakın büyüklerden bir şey istemeyin. Eliniz ayağınız tutuyor, suyunuzu kendiniz alın” , “yalnızken bile olsa mertek gibi oturmayın, elinize-ayağınıza hakim olun, kimseye bağırarak hitap etmeyin, bir şey isteyecekseniz bile yanına gidin” diye tembih edilirdi.
Çocukluğumuz Kandilli de geçti.Kışın kayalıbayırda tahta bir konakta oturuyorduk..Yazın yalıya inerdik.Ve gene o zamanlar Anadolu yakasında yalılar çok azdı.
Yalının yanındaki boş arazilere denize girmek için gelirlerdi.Biz gene de balkona çıkıp yemek yemezdik.İçeride yerdik.
Yediğimiz, içtiğimiz şeyler alınamayacak türden değildi.Ama , O an canları çekmesin diye, hep ölçülü olmamız gerektiği ikaz edilirdi.
Bu yaşımıza geldik, her zaman bu tür öğretilere özen göstermekteyiz.
Evden çıkarken mutlaka aile büyüklerinin eli öpülürdü.
“Nerede olursa olsun, merdivenlerden inerken ve çıkarken ayak uçlarınıza basın, gürültü etmeyin, hasta vardır, dertli vardır, beddua almayın, hassas davranın, hayır dua alın” derlerdi.
“Arkadaşlarınız arasında laf götürüp getirmeyin, ara açmayın”.
“Başkalarının sizin yanınızda çekiştirilmesine müsaade etmeyin.Konuşturmayın.Kulaklar iyi ve hayırlı şeyler duymak içindir.Ağız da hayır konuşmalı, güzel söz söylemeli”.
“Başkalarının etini çiğneyen, sizin de etinizi çiğner”.
“Övünmeyin, güzellik bir sivilce, zenginlik bir kıvılcım”.
“Babanızın ekmeğini yiyorsunuz, namusuna, şeref, ne halel getirmeyin, yediğiniz lokmalar haram olur”
“Bazen hakkınızdan vazgeçme durumunda kalabilirsiniz.Sakın üzülmeyin, hakkından vazgeçmek, hakkının zekatını vermek demektir”
“Allah’ın verdiği her şey için yapacağınız şükür, aynısını başka insanlara vermenizdir.Buna da fiili şükür denir.Yiyiyorsan yedireceksin, giyiyorsan, giydireceksin.Sağlıklı isen, hastalara yardım edeceksin.Allah size nasıl bahşetti ise siz de öyle bahşetmelisiniz”
Nasihatlarıyla büyüdük.
Ve çok şey kazandığımıza emimin.
Bir gün arkadaşımın evine iftara gittim.Giderken de her türlü kahvaltılıktan aldım.Çocuklarına da şeker, gofret v.s.
Güzel bir iftardı.Arkadaşım Beni yolcu ederken usulca, “lütfen gelirken benim gücümün dışında şeyler alma, istemeden dengeler bozulabilir” dedi.
Haklıydı.
Çok utandım.
Hayat, gören göz, düşünen kafa için ibret alınaçak şeylerle dolu.
HİKMET SUNER
YAZARA E-POSTA GÖNDER