Kim bilmez ki onu, kim tanımaz geçmişinden? Herkes hatırlarda kim olduğunu, hala anlayamamışlığın sıkıntısı da gelir aklına bu ismi duyunca. Dövülesi gelir kimine. Kötü anlarımızda mesela. O olsaydı ne yapardı bu durumda? Diye. Hırsızın en küçük eşyaya kadar alıp, bomboş bıraktığı evinde, eskiden televizyon koltuğunun olduğu yere çöküp onu anarak bunu söyleyen birini tanımıştım: ‘O olsa şimdi, en azından temizliği kolay derdi, ben de ağzını burnunu kırardım’ demişti sinirli bir kahkahanın hemen öncesinde. Yani genelde kötü olayların, iyi yönlerini bulmaya çalışarak anarız onu.
Kim bilir ki, belki de çoğunluğun teşhisi doğrudur. Polyanna aslında psikopatın tekidir. Alay ediyordur bizimle. Ama öyle de olsa, değmez mi yaşattığı umutlara? Sahte de olsa, onu anarak kaptırdığımız mutlulukların yarattığı huzura? Yine de merak etmeden duramıyor insan; Polyanna’nın kayınvalidesi bir dönemin meşhur Semra Hanım olsaydı ne olurdu? diye. Ya da şu survivor, çember ya da benzeri yarışmalardan birine koysalar onu, neler yaşardı acaba?
Kabul etmeli ve kıskanmak yerine taklit etmeli bu bacımızı aslında. Bulmuş işte yaşamanın zararsız bir yolunu, ne güzel. İnanmak istediklerine inanıp, görmek istediklerine bakıyor. Hakaret dolu sözlere sağır, işine gelmeyen görüntülere âmâ oluyor. Saf ayağına yatıyor kabacası. Hafızası gerekenleri tutuyor sadece. İyi anıları saklıyor orada. Akıllı kız, yormuyor kendini umutsuzluklarla. Yaşamayı biliyor kendince. Kendi anlamını bulmuş, hayatın görecesini çözmüş kendine göre. Kimseyle küs kalmıyor ileriyi görüp, derin düşünebildiğinden. Küseceğim kişi ölse üzülür müyüm, barışmadan göçüp gitse vicdanım sızlamaz mı? Diyebiliyor kısacık zamanda. Bu yüzden sevebiliyor ve seviliyor amacı bu olmadığı halde. Kendi doğrularını yaşamaya çalışırken, en doğru halini yaşıyor hayatın. Yaşamaktan, ne olursa olsun vazgeçmediğinden, vazgeçilmezi oluyor hayatının. Belki de uzun yaşayanların sırrı budur kim bilir? Denemekten korktukça öğrenemeyeceklerimizden biri işte. Nasıl yaşayacağını göstermiyor hayatın, nasıl yaşadığını gösteriyor sadece. Sen anla ya da anlama, merak et ya da umursama, o yapınca oluyor. Sen ne kadar dayanacaksın acaba bu korkak tavrınla?
Umutsuz insan, üzerine ceviz serpilmemiş kabak tatlısına benzer; ihtişamlı, lezzetli ama eksik. Böyle de iyi belki ama eklenecek bir şeyler varken neden sade olsun ki? Erimiş dondurma gibi umutsuz hayatlar, insan nasıl yiyeceğini bilemiyor ve yenmeyeceğine karar veriyor sonunda.
Doktor muayenehanelerinin, bekleme salonlarındaki tarihi geçmiş dergiler gibi hayatın. Yazıları okumadan resimlere bakıp geçersin, zaman öldürmek için. Arada dikkatini çeken başlıklar olsa da birkaç cümle okuyup bırakırsın, ya da sıra geldiğinden yarım bırakır ayrılırsın bekleme odasından. Polyanna bacı, okur o dergileri, hepsini. Hatta gelen sırasını bir sonrakine devreder bazen, o an öyle gerektiğini düşündüğünden. Ve önemli saydıklarını önce ayıklayıp sonra tutmayı bilir aklında. Salonun en doğru yerine oturur hep. Herkesi görecek şekilde. Başlamadan bitirmiyor umutlarını, kavuşmadan yitirmiyor. Varmadan ayrılmıyor umutlarından. Son damlasına kadar yaşıyor onları, yaşatıyor. Yemek bitince tabağı ekmekle temizler gibi. Ya da muhallebi yapılan tencereyi yıkamada, dibini kaşıkla sıyırır gibi.
Şakalara konu etmeden önce, bir şans verip taklit etmeli belki de Polyanna bacımızı. Alay etmeden ne yapmaya çalıştığını anlamalı. Belki de sandığımız kadar salakça ve boşa değildir hayatı farklı yaşama çabaları. Yargılamadan önce anlama yeteneğini bir kazanabilsek, bir yerlere ulaşacağız ama…
https://twitter.com/#!/Fername
http://www.facebook.com/?ref=home#!/pages/Ferhan-Petek/40815501931
FERHAN PETEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER