ÖNCE YAŞADIĞIN DÜNYADA İNSAN OL SONRA ŞİŞELERDE BALIK
Şu alkol denen mereti içmek için her bahanenin uydurulduğu dillere destandır. Kabul edilmiş bir gerçek ve uğruna yazılmış yüzlerce binlerce şiir vardır ki, her duygunun bahane edilebildiği içki sofralarında her türlü muhabbette illaki döner. Ve o sözde muhabbetlerde yine illa ki birilerine yazık olur. Hem de ruhları bile duymadan. O kadar çok kişi görürsün ki o anlardan birçoğunda harcanan. Bir de üstüne adam ya da kadın olduğunu sanan. Zaten acı olan da bu.
Gerçekten içmesini bilen, olduğu hayatın içinde olmak istemediği için içtiğini bilir. Sözün özü: farkındadır. Ama ya geri kalanlar?
İlerleyen satırlarda ihtiyaç duyacağınıza sonsuz inandığım bir tanımlama yaparak: "kiminle olduğunun önemi yok, yeterince alkol aldığım bir anda elimin uzandığı yerde olsun yeter, hemen sevişirim" insanlarını bahiste kısaca “O MASA İNSANLARI” olarak geçirelim.
Şöyle ki: bir “o masa kişisi”, karşısındakinin kim olduğuna aldırmaz, zaten net görebildiği de söylenemez, sadece el yordamıyla gerek duyabileceği bir kaç organın yoklaması yapar. Kendinde olmayanlar eline geliyorsa doğru hedefe yaklaştığını anlar. Ve harekete geçer. Hareket dediysek öyle çok bir hareket değil. Sadece "mıncık" diye de tabir edilebilen, yumuşak bölgelere uygulanması daha uygun olan "sıkıştırma", komiğe yakın bir olay varsa ufacık bir tebessümün yerinde olacağı bir ânı, kahkahalar arkasına saklayarak, öne gelme geriye gitme suretiyle, alkolün henüz tamamen aşağı indiremediği, göz kapaklarının arasından ortamda götürülecek daha uygun bir karşı cins var mı? yoklaması.
Hedefe ya gece başında kilitlenilir ya da belki bir saatliğine yapılan uğrama, alkolün etkisiyle hadi bize gidelim ya da bir otel bulalım ihtiyaç giderelim olayına dönüşür. Bir de bu masaya uzaktan bakıp, içten içe içine girmek için hazırlanan bir grup vardır. İlerleyen zamanlarda “O MASA STAJYERİ” olurlar. Bu stajyerler, geleceğin “o masa müdavim” adayları, o masada oturmaya başlayana kadar, aynı o masadakiler gibi yaşar ama her zaman dillerinde o masanın KÖTÜ olduğuna dair yorumlar vardır. Ama o masada oturmak için can attıklarını sadece o masaya oturduklarında kendilerine itiraf ederler. Hayat O MASA'ymış gibi gösterilir çünkü. Hayatın tüm eğlencesi, gerçekleri, günceli o masadadır. Oysa gerçeklerin öyle olduğundan emin olamayız. Adım adım, kadın kadın, adam adam inceleyerek çözümleme yapılabilir;
Bir “O Masa Gecesi ” ortalama 2-3 kişiyle başlar ve bu sayı artarak ileride masadakilerin bile sayamayacağı kadar çoğalır. O yüzden hesap anını kimse ertesi gün hatırlayamaz. Zaten o masada olmanın ilk belirtilerinden biri budur. O gece oluşan ama hemen dindirilen hesap karmaşasında, en çok sallanan babayiğit hesabın çoğunu yüklenir. Kalanı da “tüh bozuk çıkmadı ya.” Bahanesi ile ya yanındaki en yakın o masa dişisinden ister ya da muhtemelen daha önceki gecelerden çoğunda sponsorluk yaptığı hemcinslerinden birinden tedarik eder.
Aslında hedef birbirlerinden farklı kişilerle geceyi tatlandırmaktır. Ama sarhoşluğun erken bulunduğu, alkole erken doyulduğu zamanlarda masadakiler birbirleriyle yetinirler. Çareyi birbirlerinde ararlar. Nasılsa hepsinin canı aynı şeyi istemektedir, sığınacakları tek bahane olan alkolden yeterince tüketilmiştir ve nasılsa daha önce hepsi birbirinin her detayını, ayıldığında hatırlayabildiği kadarıyla biliyordur. Yabancıya gitme ihtimali yoktur yani. Kimse olmazsa birbirlerine gecenin teselli ikramiyesi oluverirler. Yani; amaç belli, hedef belli ama sonuç şans eseridir. Belki de bu “ o masa insanları” hayatlarının diğer kısmında hiç olamadıkları kadar kararlı ve atiktirler bu gecelerde. Çünkü duygular bilinçaltı çöplüklerinde gömülü, sevgi, samimiyet, aşk gibi gereksiz kavramlar kalplerinin çamurlu sularıyla beraber ıslak ve kapkara halde belirsizliğe doğru sürüklenmektedir.
Bir de bu masanın misafirleri, müdavimlerin ziyaretçileri olur. Bunlar arasından bir kısmı masada kalır bir kısmı ise o masaya ait olmadığını anlar ve tam zamanında gider.
O masa insancıkları, masa dışında farklı görünürler; Herkes gibi, sıradan, masum ve zararsız. Çünkü en büyük özelikleri –mış gibi yapabilmeleridir. Bir şekilde dışarıdan birilerini görünmez örümcek ağlarına düşürürler ve o gariban sinek kişisi hop diye masada buluverir kendini. Hele bir de sineklerden kanadı kırık olan varsa, iyileşme sürecine kadar o masada olmak zorunda kalır. Ağrıyan dişe bastırılan rakılı pamuk misali, aldatıcı, gelip geçici bir etkisi vardır o masanın. Sinek, diğer etkenlerden kaçarken can havliyle takılıverir birinin ağına. Ve macerası başlar. Öncelikle kendilerinden davranırlar ona. Sonra ortamın güzelliğine, masanın samimiyetine, alkolün her derde devalılığına inandırırlar bizim biçare sineği. Sineklerinde türleri var tabi. İnananlar, inanmak isteyenler, inanmış gibi yapıp işine geldiğini alanlar, inanıp sapıtanlar, inanmadan sapıtanlar ve inanmadığı halde inanmış kimliğine bürünüp safa yatanlar. Sinekler stajyerlerden farklı olarak kendi seçimlerini yaşamazlar. Masaya itilerek dahil olurlar. Birkaç cümle önce bahsettiğim sebeplere bağlı dürtmelerle kendilerini masada buluverirler.
Nereye ait olduğunu anlayana kadar geçen zamana hayat demek, içtiğin sıcak çayın tüm bardak bittikten sonra dilini yakması gibidir. Bir yere ait olmak zorunda hissetmek insanoğlunun en büyük saçmalıklarından biri olabilir. Sadece kendine ait olmak neyimize yetmiyorsa? Ait olmaya çalıştığınız yer aslında hiç olmamanız hatta geçerken bile uğramamanız gereken bir yer olabilir. Bazen balık gibi hisseder, içine düştüğünüz şişenin kapağını kapatmamalarını umarak yaşarsınız, bazen bir sinek olup yanlışlıkla ya da bir anlık merakla yapıştığınız şekerden kurtulana kadar kimsenin gelip üzerinize basmamasını. Ya da beyaz bir kemik olmayı seçer öyle kalırsınız. Kemik zaten beyaz olur öyle değil mi? Belki de değildir, olamaz mı? Olabilir.
Ama yeterince yazdı kapıyorum şimdi. O konuya daha sonra geleceğim ama başım ağrıdı zaten uyuyacağım daha…
Ferhan Petek
Köşem Sultan ®
http://www.facebook.com/pages/Ferhan-Petek/40815501931
https://twitter.com/#!/Fername
FERHAN PETEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER