Yapamadım. Gerçekler etrafımızı bu kadar sarmışken, ayyuklar dolmuşken, acılar, tuhaflıklar kol geziyorken, harikalar diyarımdan değil yazmak kapısından geçemedim. Uyduruk günlük sıkıntılar, kıçıkırık sözde aşksal kıvranmalar hepsi her zaman yavan gelmiştir. Bir o kadar da kolay. Bahsetmesi, yazması, anlatması. Ancak zaman zor zaman, kolayını görsen de ona sığınmak aciz hissettiriyor insana. Bakıyorum kendime, o kadar değilimdir diyorum. Ben çocukken kavgaları sadece çocukların ettiğini zannederdim. Yok “cilli meselesi” olmadı “kokulu silgim kayboldum sen mi aldın be!” davası. Hiç girmedim öyle diyaloglara. Tartışmanın devamı kavga kavganın içeriği şiddet olurdu çünkü. Her zaman bu böyleydi. Yani en azından bana öğretildiği hali. Büyüyünce derdim, büyüyünce bitecek hepsi. Büyükler akıllı, insan olma süreçlerini tamamlamışlar. Büyük adamlara kocaman kadınlara dönüşmüşler hiç kavga etmez onlar. Sorunlarını konuşarak seslerini yükseltmeden çözebilirler derdim. Ne zaman ki okula başlayıp oradaki tarih derslerine ek dedemden dinlediğim tarih bilgileri aklıma girmeye başladı benim de kendimi soru işaretlerine teslim edişim başladı. Hiç unutmam ilk sorduğum soru NEDEN? Dir. Nedendir bilmem ama hala sorar ve hala çünküyle başlayıp sonu geçerli ve anlamlı yüklemlerle biten cümleler alamam. Kendime sormaya başladım bende Neden diye? Her şeyi sordum. Baktım aldığım cevaplar ne tatmin edici ne de gerçeğe yakışıyor ben de kendi çünkülerimi buldum. Büyüyüp de hikayesinin içine edilene kadar kurtarabildiğim kadarını aldım diyarı Alice’in elinden yerleştim oraya. Hep oradan seslendim, oradan yazdım oradan baktım gördüm duydum dinledim. Ama bugün olmadı. Olmuyor. Ben de kapıyı sıkıca dışarıdan kilitleyip çıktım diyarımdan. Az dolanıp biraz yazıp kendimi oraya kapatacağım yine. Madem ortalarda olmamın sıkıntısını paylaştığım hiçbir insana faydası yok bari ayak altında dolanmayayım diye.
Gerçekler, zamanında onlardan kaçmaya çalışırken arkamızda kalanların birikip nasıl çoğaldığını görmezden gelmişiz. Ya da biz öyle kaçmışız saklanmışız ki, onlar olmuş dünyanın hâkimi. İnsanlık oysa, bize tek gereken insanlık. Bedenen değil sadece kalben, ruhen gelen insanlık.
Dünyanın ilk savaşının başlamak üzere olduğu an orada bitivermek isterdim. İki tarafın tam ortasında durmak, ellerine anneannemin gözü gibi sakladığı dedemden kalma bastonla vurup, kulaklarına asılarak “Napıyosunuz len siz? Değer mi her ne ise ona? Geçin kenara oturun düşünün sonra öpüşüp barışın. Hadi bakayım” demek isterdim. Nereden çıktı bu savaş? Nasıl girdi kelime hazinemize? Nasıl başladı her şey? Madem durumu düzeltme şansımız bir mavi gözlü dev daha gelemeyeceğine göre neredeyse imkânsız, o halde işin en başına gitmek lazım. O anı düşünmek, her şeyin başladığı o ilk anı. Habil ile Kabil mi yoksa her şeyin sorumlusu? Neden yemişler birbirlerini? Kabil’in gazabı mı halimizin sebebi? Habil’in ahı mı yoksa? O halde savaşların, dünyanın ilk katilinin sebebi öfkenin asıl kaynağı kıskançlık mı? Ne olsaydı da Kabil bunu yapmasaydı? Ya da yapması mı gerekiyordu biz bu güzelim hayatın içine etme işini daha da kolaylaştıralım diye mi oldu tüm yaşananlar? Aslında Kabil biliyordu yetersiz olduğunu sunduklarının. İşkilliydi dingildedi sadece belki. Hem bu dünya bu kadar mı kötü de her ceza alan olduğu yerden kovulup buraya atılıyor? Biz dünyalılar dünyadakiler cezalı mıyız hepimiz? Neyin bedeli ödediğimiz? Önceki hayatlarımızda mı bir haltlar yedik ? Peki bu kadar batırılmış bir dünyaya gelmek için nasıl bir günah işledik? Elmalık Havvalık dava değil bu, olamaz! Çok daha büyük bir suçumuz olmalı. Madem öyle diyelim ya bu dünyada ettiklerimiz? Akıllanmadık ki hiç. Daha da dibe vurduk daha da batırdık her şeyi. Peki ya bu hayatın bedelini nerede ödeyeceğiz Cehennemde mi? Orada hepimize yetecek yer var mı? Malum artık herkes en az 3 çocuk yapacak. Çolukla çocukla genciyle züppesiyle hainiyle tüm vesairesiyle nasıl sığacağız acaba? Bak işte bir lüzumsuz düşünce daha. Sen hayatını adam gibi yaşasaydın da öbür taraf derdin olmasaydı keşke demezler mi adama? Ama yine de merak etmeden duramıyorum işte: içinde olma nedenimizi bile bilmediğimiz düşünmeye bile üşendiğimiz bu dünyanın içinde neden ve nasıl bu kadar saçmalayabiliyoruz diye.
Ya o büyük savaşlar? Dev imparatorlukların, sultanların paylaşamadığı topraklar. O zamanlarda mı binlerce yüzbinlerce sayıda insanın ölümüyle sonuçlanan bir olaydan çıkmaya zafer diyebilecek kadar, cani olduk? Ve ne enteresandır ki o topraklar için ölen öldüren herkesin aynı toprakta buluşacak olması. Biz mi çok aptalız da göremiyoruz gerçekleri? Hele şu toprak meselesi. Birbirlerini öldüren kardeşler, belki savaş meydanında değil de lalettayin bir sokakta karşılaşsa çok iyi dost olabilecek insanlar, bu kadar mı salağız, ya da bu kadar mı yüzeysel? Hiç mi inemiyoruz derinine herhangi bir konunun durumun? Ya da çok bırkalayıp yanlış sonuçlar çıkarma yanlış yollar seçme konusunda mı istikrarlıyız? Bana o kadar sahte geliyor ki insandan olan her şey. İnanmıyorum. Bir tek içinde sevgi olan cümleler kuran insanları azıcık dinliyorum ama çok zaman geçmeden anlıyorum ki sadece dilinde türküymüş, geçiyorum.
Bir tür ilahi adalet mi yaşadığımız? Daha önce bir ülkenin kabul ettiği tek lider, hiç kimsenin olmadığı gibi onunda ölümsüz olmadığı gerçeğine yenilip toprağına kavuştuğunda, belki arkasından uzun yıllar sürecek etkisi bir gün başka bambaşka fikirlerle ortaya çıkan bir lider ile değişince bu kez daha önceki liderin izindekiler için kâbus başlar. Bu ülkenin bir kısmına göre kötü iken bir kısmının bayramı olur. İşimize gelse de gelmese de sadece izleriz olanları. Mecburiyetimizden midir, acizliğimizden midir korkaklığımızdan mıdır yoksa ne istediğimiz bir yana neye ihtiyacımız olduğunu bile bilmeyişimizden midir? Kim bilir?
Nedir paylaşamadığımız acep? Nedir bir ucundan nedenini bile bilmeden tuttuğumuz şey gerçekten? Nedir bizi bu kadar insandan ve insanlıktan uzaklaştıran asıl sebep? Yoksa hiç mi gerçekten insan olamadık bugüne kadar? Neyi nasıl elde edeceğimizi düşünmeden önce keşke olduğumuz ya da olmamız gereken bize verilen sıfatın asıl anlamını öğrenip o olmaya ve öyle kalmaya çalışsaymışız. Sadece İNSAN!.
Çok zor yeniden başlamak artık ya da şu anı azıcık olsun adam edebilmek. İmkânsıza yaklaştığımı hissettiğim hayatımın o ilk anındayım sanki. Her şey bitse yok olsa ki olmayacak iş değil, en yeni baştan başlasak her şeye ama bu kez sadece İNSAN olarak. Bir hak istesek verilse, o yeni dünyanın da içine ederiz nasılsa yok yok vazgeçtim ben. Öyle müstahak ki olanlar bize. Ya da değil belki bilmiyorum. Aslında ben neyi bilmem gerektiğini bile artık hiç bilemiyorum.
Hiçbirşey düzeltemez artık mevcut durumu. Kimine göre çözüm var ama elbette : SAVAŞ. Ne olacak öyle olunca? Batı da bir adam doğuda olan bir kan davasına dehşetle bakıyor. Acıyor üzülüyor duyduğunda haberlerde. Peki ya dünyanın hali? En başından beri bir kan davası değil mi? O bunun toprağında gezmiş kelleler vurulur. Bu onun sarayına girmiş meydanlarda sallandırılır. Eee, sebep? Sahiplik diye bir şey olmadığını bu dünyada kim bilecek kim anlayacak ne zaman ? Yok artık gelecek bir adam Süpermen gerçek değil. Olsa da biraz buralarda takılır sonra dayanamaz emekliliğini isteyip memleketine dönerdi emin olun. Bizi artık hiçbirşey kurtaramaz. Ha belki biraz bir umut varsa o da sevgidedir inanmaktadır. Ama neye ve neden inanacağını bilmeyen sözde insanlara inanç neylesin?
Benim bildiğim hala ayakta kalmamın tek sebebi, benim inandığım ona inanmayanları da korur bu yüzden benim inandığım yalnız O’dur. Diyebilmenin verdiği huzurdur.
https://twitter.com/#!/Fername
http://www.facebook.com/pages/Ferhan-Petek/40815501931
FERHAN PETEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER