İşte o bazenlerden birinde de birini görürüz. Onu duyar hisseder içten içe isteriz. Bilmeyiz ki isteyip de aldıklarımız artık bizim olduğunda istemediğimizi anladığımız anların pişmanlıklarıyla kıvrandırır bizi. Hatta bazen bir şeye sahip olduğumuzu hissettiğimiz an başlarız o şeyden uzaklaşmaya.
Hani en basitinden girecek olursak, yıllanmış bir şarabın peşine düşersin ama öyle böyle değil. Yısyıllanmış bir şarap. En uygun zamanı bekler en keyfini çıkarabileceğin gün alacağına söz verirsin. Sonra o günün geldiğine en inandığın bir an alıverirsin. Daha eve götürüp açmadan unutursun şarabın varlığını poşette. Zar zor aklına gelir hemen fırlarsın yerinden. Açar koyarsın özenle en özendiğin kadehine. İlk yudumda yüzün ekşir. Meğer bu şarap “O” şarap değilmiş’i hissedersin.işte öyle bir şey. Ne mi? Sahip olma ihtimalinin verdiği buruk ve zalim acı: ben bunu istemem davası.
İşte bir kadınla herhangi bir ortamda vakit geçirmekten sohbet etmekten keyif almış bir adamın ilk fırsatta onunla baş başa kaldığında hissettiği de muhtemelen ve genellikle böyle bir şey. En azından çoğu zaman. Konuşulacak tüm konular bir gece önce bitirilmiş, edilecek tüm sohbetler o gece tüketilmiştir. Sonrasını mı düşünmek gerek? O anı yaşamak sadece o anda mı bırakır insanlar acaba? Oysa o gecelerden birinde gayet de devamı gelecek gibi yaşanır o an. Ama sonrasında başa gelen çekilecek türden değildir.
Uzaktan hoş gelen davullar, dibine girince kulağını tırmalar yakar kavurur parçalar. Sıkıntılara sokar da kendine gelemezsin. İki davulcu da pişman iki davulcu da kaçmak için kullanabileceği o ilk fırsatın arayışçısı olur. Belki de bu davulculardan birinin ne istediğini bilmemesi ya da gerçekten istediğini görüp henüz buna hazır hissetmemesindendir. Peki ya dişi davulcunun hali? Sonrasında kendini ne kadar kötü ve güvensiz hissedeceği nasıl üzülüp günler haftalarca o andan sonraki anı düşüneceği kimin umurundadır ki?
Olabilecek anların, yaşanabilecek hayatların belki yapılabilecek hataların gerçekleşme ihtimalinden uzaklaşma duygusunun gerçekçiliğinde beynin kalbine iner mantığın kulağına kaçar. Paylaşabileceğin güzellikleri düşünmek bile istemezsin. Eğer yeterince erkek bir davulcuysan.
Oyunları kadınlar oynar kafanı allak bullak eder diye bilinir ama aslında erkeklerin sevdiği de davulcu da olsa, zurnacı da bayılır kalbini karıştırmaya. Ya da hep dediğim gibi belki sadece yaşanması gerektiği için yaşanıyordur her şey. Olacak olan oluyordur. Nasıl olması gerekiyorsa her şey o şekilde olup bitiyordur. Çok da üstelememek didiklememek yerindedir. Ama yine de takılıyor işte insanın aklına, “Neden?” zehri. Olsaydı ya da olmasaydı ne olurdu ya da ne olmazdı? soru silsilesi. Boş verilemiyor, doldurmadan geçilemiyor bazı durumlar. Dünyanın en gerekliliği “farkındalık” yanında bir de yeterli tutam “Neyse” yi katabilsek hayatlarımıza ne de güzel olacak ne de mis olacak gezegen. Ama bunları düşününce de uyuyamıyor insan. En iyisi kapayayım ben fazla yazmasın, başım da bir ağrıdı ki zaten öyle böyle değil..
Köşem Sultan ®
https://twitter.com/#!/Fername
http://www.facebook.com/pages/Ferhan-Petek/40815501931
FERHAN PETEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER