On beş sene önce daha güzeldi buralar
Yüz senelik binalar seksen beş yaşındaydı o zaman.
Şimdi yüz senelikmiş gibi görünen üç beş senelik binalar dolu her taraf
O zamanki sakız ağaçları yaşlandı şimdi
Kurabiyenin kokuları aynı ama hala
On beş sene önce yaşandı aşkların en güzeli burada
Yatıyorum kumsalda denize doğru, erken geldim kalabalık olmadan
Dalgalar ayılmaya çalışıyor, iki geliyor üç gelmiyor ayak uçlarıma
Güneş çıktı uykudan, ittiriyor palmiyelerin dallarını
Yer açın geliyorum dercesine, bugün bir başka parlamalıyım
Aşk var bugün buralarda, kokusunu alıyorum
Suratıma kum tanecikleri çarpıyor birden çıplak ayak sesleriyle beraber
Gözlerimi hafif kısıp görmeye çalışıyorum ama ne mümkün
Güneş bir başka parlıyor bugün aşk var bugün buralarda
Hiç o kadar güzel ayak görmedim daha önce, incecik bem beyaz
Bir karış üstünden başlıyor beyaz elbisenin dantel pile uçları
Islanmış uçları koşarken ne yaptığını bilmez sabah dalgalarıyla
Güneş elbisenin içinden geçiyor, yok oluyor kumaş.
Tüm çıplaklığı sanki masumiyet
Hafif bir rüzgar esiyor ardından, damla sakızı kokusu alıyorum, sonra biraz yasemin
İlk defa görüyorum, hafta sonu turistlerinden mi acaba? Yoksa kalıcımı daha uzun bir süreliğine
Çok ahım şahım gösterişli bir vücudu yok, orta kilolu iri kemikli. Komik bir şortu var altında, sol kolu fazla yanmış arabada. Güneşin ışıkları yeşil gözlerinden içeri süzülüyor yetiyor içimin kıpırdanmasına. Ne işi var bu adamın sabah sabah burada?
-Pardon, aceleden son anda fark ettim sizi.
-Sorun değil, ne bu acele?
-Sıcakken yetiştirmek istedim, yeni çıkardım fırından, birazdan yola çıkacaklar, yemeden gitmelerini istemiyorum….
Uzun uzun anlatıyorum ki kalp atışlarımın sesini bastırsın ağzımdan çıkanların gürültüsü
Çok geç artık, o da benden etkilendi galiba
-Ne şanslılar, bende bakabilseydim tadına keşke
-Tam gün ortasında çıkartıyorum üç tepsi daha, çarşıda olun o saatte
Koşmaya başlıyor tekrar minik ayaklarıyla, çevirip başını “Sherisa” diye bağırarak. Sahilin dolmasıyla odama dönmeye karar veriyorum. Zor geçiyor saatler odada, sanki lise âşıkları gibiyim,
dersin bitip tenefüs zilinin çalmasını bekliyorum yan sınıftaki kızla koridorda bakışmak için.
Çarşı dediğimiz kısa bir cadde. Taş kaldırımlarda oturmuş yaşlılar var ellerinde kahve ve sigaralar.
Çekiç sesi geliyor pembe duvarları olan ayakkabı tamircisinden. Çınarın altı kalabalık, “Dü beş” diye bağırıyor kahverengi kasketi olan amca “Getir kahveleri Yorgo’dan”. Önce damla sakızı geliyor tekrar burnuma, sağa çevirince kafamı yasemininkini de alıyorum. Hafif eğri tahta bir tabela var tek camlı ufak dükkânın üstünde. Beyaz boya el yazısıyla yazılmış “Sherisa”
Bir basamakla çıkıyorum dükkana
Cam tezgahın içinde kurabiyeler var sol taraftaki iki tahta masanın karşısında
Tavandaki pervane çekiyor sizi yukarı doğru,
Fırlatıyor sanki duvardan duvara yasemin ve damla sakızı kokularıyla sizi
“Buyrun” sesiyle düşüyorum tekrar tahta zemine
-Sevindim geldiğinize, sabah için kusura bakmayın tekrar, affettireyim kendimi
Tahta masalardan birisine oturuyoruz, kurabiye ve çay ikram ediyor bana, sanki yıllardır tanışıyoruz.
Dükkana giren müşteriler olmasa hiç susmayacağız. Anneannesi ve dedesi Sakız Adası’ndan göçmüşler buraya. Dedesi nalbur dükkanı açmış aşağı sokakta, dükkan hala açık, yirmi beş yıl yanında çalışan çırağa devretmişler dede ölünce. Anneannesi açmış burayı Sherisa doğduğunda, uğur getirsin diye ismini vermişler ufak dükkana. Annesi işletmiş Sherisa’dan önce, Atina’dan gelince de o geçmiş başına. Kurabiye hala anneannesinin tarifi
Güneş devredeli çok oldu dolun aya yerini
Söylemiş ama giderken çok parla bu gece diye
Bu gün aşk var buralarda, kokusunu alıyorum
Kapanmaya başlıyor taş kaldırımlı sokaktaki dükkanlar.
O güzel saatleri bitiren cümle çıkıyor ağzımdan,
-Çarşamba dönmek zorundayım.
-Yaa…
Sessizlik sürüyor 2-3 dakika
-Yarın İzmir’e gitçem alcaklarım var, gelir misin?
-Her anı onunla geçirmek isterken sorulur mu hiç
Beş sene önce gelmiştim ilk İzmir’e
Hafif bi meltem vardı, yine öyle
Vapurla Karşıyaka’ya geçmiştim
Değişmemiş pek bir şey
Hava sıcak, kızlar hala güzel
Gevreklerin tadı da aynı
Kemeraltın’ndan birkaç baharat aldık, Kızlarağası’ ndan bir iki bakır ve dantel. Akşam olmuştu döndüğümüzde Alaçatı’ya.
Pazartesi, Salı derken ayrılık günü geldi
O da gelecekti İstanbul’a
Ben de sık sık buraya
Ne o geldi
Ne ben gidebildim
Bilmiyorduk benim Fransa’ya gideceğimi
……
On beş sene önce daha güzeldi buralar
Yüz senelik aşkları anlatırlardı çınaraltında kasketli amcalar
Şimdi yüz dakika sürmeyen gecelik aşklar var
Çarşı çok kalabalık, sokaklar masa sandalye dolu.
Ne çok satıcı var, her köşe başı, incik boncuk
Kaldırımlar aynı hala, yol gösteriyorlar kıvrımlarıyla bana
Damla sakızı kokusu alıyorum.
Işıklı tabela dikkatimi çekiyor daracık sokakta
Tek camlı, bir basamakla çıkılan ufak dükkananın üzerinde parlıyor.
Mavi zemin üzerine beyaz el yazısıyla yazılmış “Sherisa”
Cesur d.
CESUR DORUK
YAZARA E-POSTA GÖNDER