Dedem, ben ve nar ağacı…
Çocukluğum Balıkesir, İstanbul ve Aydın üçgeninde geçti.
Kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü, yaşadığım tüm yörelerin en özel tarafları benimle birlikte yaşamaya devam ediyor.
Balıkesir’in hatıraları, İstanbul’un deli dolu yaşamı, Aydın’ın efelenmesi ve harmandalısı…
Annem ve babam üniversite okumak için İstanbul’a geldikten sonra, burada kalmaya karar vermişler.
Üniversiteleri bittikten sonra benim çok saygı duyduğum, Sn. Hayrettin Karaca’nın şirketi “Çift Geyik Karaca” ’da çalışmaya başlamışlar.
Annem üretim, babam da muhasebe bölümü’nün müdürü olmuş.
Eeee, böyle olunca doğal olarak İstanbul'da dünyaya gelmişim. 31 Ocak 1972’de evlenmişler. 31 Ekim 1972’de pıttt diye ben çıkmışım...
Hiç geç kalmadan fırlama bir erkek çocuk dünyaya getirmişler. :)
Yaramaz, haşarı ve durdurulması imkansız bir felaket...
Vefa’daki esnafın, bana taktığı isimle “Milli Felaket” :)
Allah, anneme, babama ve çevredeki tüm esnafa öyle bir sabır vermiş ki, ne sabır. Cenk mahalleye girdimi tutabilene aşk olsun :)
Yaramazlığımdan herkes illallah ettiği gibi, şirinliğimle de kalplerini kazanmayı çok iyi bilirmişim.
İstanbul maceralarıma daha sonra devam edeceğim, ama daha önce hayatımın en özel adamından bahsetmek istiyorum.
Dedem’den…
Hafız ve ziraatçi, Mehmet Emiroğlu’ndan…
Dedemin evi, Balıkesir’in ünlü Milli Kuvvetler Caddesi’nin paralelinde, tahta kapısı, içeri girdiğinizde geniş avlusu, avlunun içinde büyük nar ağacı, nar ağacının önünde taştan yığma derin su kuyusu, sol tarafında küçük bir ev ve tam ana kapının karşınızda iki katlı kagir binadan oluşmaktaydı.
Çocukluğumun büyük bir kısmı bu yapıda geçti. Ve bu yapı İbrahim Eniştem ve Ayfer Teyzem (Gülüm) sayesinde ayakta kalmaya devam ediyor.
İstanbul’da yaramaz olunur da Balıkesir’de olunmaz mı?
Bahçede oynayan küçük kediyi nasıl bir çırpıda….
“- Dedeeee, bak kedi uçuyooo…” diye,
su kuyusuna attığımı ve dedemin o yaşına rağmen, su kuyusunun dibine kadar inip kediyi kurtarışını unutmuyorum.
Ben durur muyum, o ufak kediye sonraki günlerde tekrar uçmayı öğretmeye kalkmıştım : )
Hiç unutmam, dedem her seferinde su kuyusuna üşenmeden iner, bağıran kediciği kurtarıp bana kızardı.
En sonunda kedilerin uçamadığını öğrendim :) Ve o gün bugündür evimden hiç kedi eksik olmadı.
Şimdi kedilere deli gibi aşığım…
Dedemin, Balıkesir’e yirmi dakika uzaklıkta muhteşem bir bağı vardı.
Bağındaki ağaçlarına çocuğu gibi bakardı. Erikten tutun, üzüm, armut ve elma ağaçları ne ararsanız bulunurdu.
Dedem toprağa ve ağaçlara öyle güzel bakardı ki, yıllar geçti, ağaçlar hala meyve vermeye devam ediyor.
Hani geçen yazımda bahsetmiş olduğum bina dikilmek istenen yer burası…
Keşke o kadar param olsa, dedemin bağını tüm kardeşlerden satın alıp, hiç bina yapılmadan şu haliyle devam etmesini sağlayabilsem.
Dedemin emek verdiği toprağın yaşatılmasını sağlamak... Hayatta bundan daha güzel bir zevk olamaz benim için..
Ama herkes bir mal peşine düşmüş ki sormayın.
Sevgili dedeciğim bu olanları mutlaka görüyordur.
Ve kızarak “– Evlatlarım, siz ne yapıyosunuz!...” diyordur.
Dedecim ne yapıyorlar biliyor musun? İnan ben de bilmiyorum…
Neyse,
Şimdi size bir sır vereceğim. Bu sır yıllardır benimle birlikte bugüne kadar geldi.
Çevremdeki dostlarım, 36 yaşında olmama rağmen 26’lık gözüktüğümü söylüyor.
Bunun sebebi ise Zeytinyağı…
Çocukken dedemle akşamları oturur bir tabağın içine zeytinyağı döker, üzerine karabiber serper, ekmeği bandıra bandıra yer, sohbet ederdik.
Ne zevkli şeydir ekmeği zeytinyağına bandırmak ve damağında kalan hoş bir tatla yemek.
Bu gün bile, geceleri bu geleneği sürdürüyorum.
Tavsiye ederim bu gece siz de deneyin. Bir tabağın içine biraz zeytinyağı dökün, üzerine de hafif karabiber serpin. Ve ekmeği bandıra bandıra yemeğe başlayın.
Sevgili dedecim, uzun yıllar oldu seni kaybedeli, ama senin sözlerin kafamın içinde hala yankılanıyor.
Hele bir sözün vardı ki, bu aklımdan hiç çıkmadı...
"- Evlat, yaşam toprak gibidir. Ne ekersen onu biçersin..."
Dedecim, ektiklerimi kimi zaman kaybettim, hayat koşuşturmasından sulamayı unuttum. Şimdi aralıksız sulamaya başladım, tekrar filizlenip büyümesini seyrediyorum.
Bazı şeyleri kaybetmeme rağmen, “Milli Felaket” hiç değişmedi….
Karaoğlun Cenk,
cenkbabaeren@cosmoturk.com
CENK BABAEREN
YAZARA E-POSTA GÖNDER