Karadeniz, Türkiye’nin en özel ve en büyüleyici yerlerinden.. Yeşillikler arasında denizle buluşmuş doğa cenneti…
Yolculuğum, 22 Ağustos 2012 Çarşamba İstanbul Atatürk Havaalanından başlıyor.
THY 07:05 uçağının 35 dakika rötar yaparak saat 07:40 da uçuşa geçmesi her ne kadar beni üzse de Trabzon Havaalanına saat 09,00 da iniş yaptığım için sevinçliyim.
Hava alanında bizi karşılayan Zenofon Tours yetkilisi ve rehberimiz Fatma Şanlı hanımefendi Trabzon’da konaklayacağım Usta Park Hotele yerleşmemizi sağlıyor.
Geziye katılan ekip toplanınca öğle yemeği için Alçaabat’ta Körfez Köfteye gitmek için yola koyuluyoruz..
Deniz kenarında güzel bir tesis olmasına rağmen personelin, yemek için buraya gelen konuklara yemek servisi yaparken acemice davranması dikkat çekici.
Bence Akçaabat köftesinin sunumunun daha özenli yapılması gerekli.
Özellikle işletmenin personelinden Argo kelimeler ve sözler duymak hoş değil.
Bir işletme öncelikle personelin müşterilere karşı davranışlarının ve masa düzeninin öğretilmesiyle profesyonel olur. Yırtık masa örtüsü ve karpuz dilimlerinin müşterinin önüne elle yenecek şekilde çatal ve bıçaksız servis edilmesi ne derece doğru ben bunu anlamış değilim. Böyle işyerleri ayakta durmakta zorlandıkları gibi orada yemek yiyen müşterilerinin beğenisini ve güvenini kaybetmiş olurlar.
Yemek sonrası Trabzon’da 13. yy. da Bizans kilisesi olarak yapılan ve bu güne kadar muhafaza edilen ve korunan Ayasofya Müzesini ziyaret ederek başlıyoruz. Trabzon’daki Komenos Devleti krallarından I.Manuel zamanında yapılmış bir kilise olan bu yapı, 1670 yılında Beylerbeyi Ali Beyin gayreti ile camiye çevrilmiş. Çeşitli tarihlerde onarım geçirerek 1964 yılında müze olarak ziyarete açılmış. Oradan ayrılarak Trabzon sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Atatürk Köşküne geliyoruz. Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım 12 Eylül 1924 de Trabzon’a geldiklerinde burada konaklamışlar. Trabzon Belediyesi özel idareye ait olan bu köşkü Ataya hediye edebilmek için satın almış ve köşkün adı böylece Atatürk Köşkü olmuş. Ata 3. kez geldiği 10 Haziran 1937 de ‘’Mal ve mülk bana ağırlık veriyor,Bunları milletime bağışlamakla ferahlık duyacağım.İnsanın serveti manevi kişiliğinde olmalıdır’’ demiştir.
Daha sonra kuşbakışı olarak Trabzon’u tepeden seyredeceğimiz seyir terası olarak kullanılan Boztepe’ye geliyoruz. Anı fotoğraflarını çekerek otelimize dönüş yolculuğuna başlıyoruz.
23 Ağustos Perşembe günü otelimizde sabah kahvaltımızı yaparak M.S. 4. yy. da iki keşiş tarafından temelleri atılan deniz seviyesinden 1300 m. yüksekte olan Karadağ’ın yalçın yamaçlarına inşa edilmiş olan Sümela Manastırına gitmek için hareket ediyoruz.
Sümela Manastırı (Meryemana), 200 mt. yükseklikte duvar gibi dik bir yamaçta bulunan bir mağaraya inşa edilmiş. Altındere Milli Parkının doğal güzelliği içerisindeki ana kaya kilisesi, öğrenci odaları, misafirhaneleri, ayazma ve eşsiz freskleriyle, doğal güzellikleriyle ayakta dimdik durmakta, ihtişamını muhafaza etmekte.
Muhteşem panorama çıkmaya değer ve tüm zahmetleri unutturacak güzellikler sergiliyor. Manastır, M.Ö. 385 de kurulmuş, zaman içinde genişletilmiş. İki bölümden oluşan manastırın mağara bölümünde yer alan insan motifli fresklerin gözlerine hangi açıdan bakarsanız bakın hep göz göze geliyorsunuz.
Yapım tekniği olarak fresklerdeki bakışlar adeta sizi takip ediyor. Ziyaret sonrası Marko Polo’nun da seyahat ettiği tarihi İpek Yolunun geçtiği Zigana’yı görerek doğal güzellikler içinde bir gelin edasında olan, yamaçlarda kurulu bulunan yayla evlerini seyrederek meşhur sütlacını yemek için Hamsiköy’e geliyoruz. Burada alınan öğle yemeğinden sonra deniz seviyesinden 2300 m. yükseklikteki Kadırga yaylasına çıkıyoruz. Harika doğasıyla baş başa kalarak yamaç yürüyüşünü gerçekleştirerek aşağıda bizleri bekleyen aracımıza binerek otelimize dönüyoruz.
24 Ağustos Cuma güzel bir gün daha başlıyor. Sabah kahvaltımızdan sonra aracımızla çayın anavatanı olan yemyeşil Rize’ye geliyoruz. Rize’yi kuşbakışı bakmak ve çay tarlalarını yakından görmek için Botanik (Ziraat) bahçesini ziyaret ederek çay bahçelerini geziyor ve sonrasında mis gibi demli çaylarımızı içiyoruz.
Ardından sahil yolunu takip ederek ve yabani şahinlerin eğitildiği şahinlerin memleketi olan Ardeşen’den geçerek kara lahana çorbası içmek ve Muhlama (mıhlama da deniyor) yemek için Rize / Çamlıhemşin’de Yeşil Vadi Restaurantı’nın ( 0 464 651 72 82 ) sahibi Murat Sarı ustanın sıcak ve sevecek karşılamasıyla yemeklerimizin siparişini veriyoruz.
Murat Sarı ustanın pişirdiği muhlama üzerine yaptığı tereyağı şovu ve sonrasında ikram edilen sıcak helva ve kavrulmuş fındığımızı yedikten sonra büyük bir memnuniyetle ayrılıyor ve Fırtına vadisini takip ederek Ayder Yaylasına varıyoruz.
Yamaçlarına kadar inen bulutların ve sisin içinde Ayder yaylasının güzelliklerini bir kez daha doyasıya yaşıyoruz. Metrelerce yukarıdan aşağıya bir gelin gibi süzülen çağlayanları ve Gelin Tülü şelalesini, yaylaların en uç noktalarına kadar yerleşilmiş doğal güzelliklerin içindeki yayla evlerini seyrediyoruz. Otelimize dönmek için yine Fırtına Vadisinden geçerken dağdan gürül gürül inen çağlayanların, şelalelerin geçiş yolunda Rafting yapan genç sporcuları seyrederken ayrı bir zevk alıyor, doğayla baş başa geçirdiğimiz bir günü de böylece noktalamış oluyoruz.
25 Ağustos Cumartesi ve işte tatilin son gününe geldik.
Programımızı tamamlamak için 1900 m. olan Araklı tünelinden geçtikten sonra Araklı, Sürmene ve Sürmene’nin 4 Km. doğusunda bulunan Hacı Yakupoğlu Memiş Ağa Konağına varıyoruz.
18.yy. sonlarına doğru yapılan Memiş Ağa Konağı, yörede hüküm süren bir ağa evinin özelliklerine sahip. İki katlı kağir olan kale evin üst katındaki odanın ortasında bir mil etrafında dönebilen, çevresindeki süslemelerle zenğinleştirilmiş, çatı dışına çıkan, rüzğarla dönen bu bölüm vantilatör ve rüzğar gülü vazifesini görmektedir. Halk arasında bu konak ‘’Döner tavanlı köşk’’ adıyla anılır. Buradan ayrılarak 573 mt. uzunluğundaki Çamburnu tünelini geçerek Of’a geliyoruz. Buradaki Özçay fabrika tesislerinde çayın işlenme aşamalarını öğreniyor, fabrikayı gezerek bilgileri alıyor ve ikram edilen demli çaylarımızı içiyoruz.
Uzungöl’e gitmek için Çaykara’dan geçerek deniz seviyesinden 1090 mt. yükseklikte bulunan Uzungöl’e geliyoruz.
Uzungöl, dik yamaçları ve muhteşem orman örtüsü altında, vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen kayaların Haldizen Deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş bir doğa harikası. Girişte sizi karşılayan caminin solundan devam ederek tesislerin bulunduğu mevkiye geliyoruz.
Sağdaki yol ise gölün tüm güzelliğinin seyredilebildiği yüksekliklere çıkartıyor.Göl çevresini kaplayan ladin ağaçlarının oluşturduğu orman, dinlendirici olduğu kadar tertemiz, taze ve mis kokulu bir hava sağlıyor.
Çevredeki ahşap evler nostaljik duygular yaşatıyor. Göl, turistik bakımdan çok zengin. Çevresindeki yayla evleri ve mahalleleriyle bütünleşmiş, tabiat varlıklarının içinde insana huzur veren bir olgunluğa sahip.
Uzungöl, belediyesi olan bir köy, yayla ve eğlence yeri. Öğle yemeğini karalahana çorbası içmek ve alabalık yemek için mekana geliyoruz.
Menümüzün yanında sütlaç ile taçlandırarak geri dönüşe geçiyoruz. Yol üzerinde Türkiye’de ilk defa yapılan kiremitli köprüyü de fotoğraf karelerine dahil ederek tatilimizi sonlandıracağımız 99 Km. uzaklıktaki Trabzon’a geri dönüyor ve uçuşumuzu yapacağımız Trabzon Havaalanının yolunu tutuyoruz.
Ve ayrılık başlıyor;
Bana ve beraber tatil yaptığım bütün gezi arkadaşlarıma Klasik Doğu Karadeniz turunun mimarı olan Zenofon Tours’a (Trabzon) (www.zenofontours.com), sevimli ve sempatik rehberimiz Fatma Şanlı hamfendiye, bizlerle beraber olan kaptanlarımız Murat ve Hasan Beylere, geziyi bana öneren Pusula Tour’un (www.pusulatour.com) cana yakın insanı Gökmen Aydınalp’e sevgi ve teşekkürlerimi sunarım.
Yeni gezi notlarımla tekrar sizlerle buluşmak dileklerimle.
CENGİZ BABAEREN
YAZARA E-POSTA GÖNDER