Babam Öldüğünde Ben Doğdum!
Sevgili dostlar,
Geçtiğimiz günlerde, kısa bir süre önce babasını kaybeden bir arkadaşımla konuşurken; ‘Neler hissediyorsun?’ diye sordum. Kısa bir suskunluğun ardından hafif nemli gözlerle yüzüme bakarken ağzından çıkan sözleri duyarken dudaklarındaki titremeyi fark etmemek mümkün değildi.
‘Aslında babam öldüğünde, ben yeniden doğdum’ dedi. Çok değişik yaşam hikâyeleri dinleyen ve birçok farklı itirafa defalarca kez tanıklık eden bir psikoterapist olarak benim için, bu sözler çok şaşırtıcı değildi. Ama arkadaşımı daha fazla anlamaya çalıştım. Acaba bu sözler ile anlatmaya çalıştığı o derinliği yeterince anlayabilmiş miydim?
Arkadaşımın hayatı için babası bir engeldi belki de. Öteden beri çok iyi olmayan bir ilişkileri vardı sanırım babasıyla.
‘Anlatmak ister misin?’ diye sorduğumda aslında verdiği cevap beni şaşırttı diyebilirim. ‘Ona dair her şey yalan oldu. Babam ve benim ile ilgili söyleyebileceğim tek şey; ona hasret kaldım. Evet, ben baba sevgisine hasret kaldım. Yaşarken ona anlatmaya çok çalıştım. Ama o ondan çok şey istedim sandı. Oysaki sadece ondan sevgisini istemiştim’ dedi hüzünlü gözleriyle. Ardından ekledi; Çağatay ‘Biliyor musun, benim ömür boyu çocuğum olamayacak. Bu acıyı babama anlatmaya çok çalıştım. Ama her defasında, buna ben sebep olmadım diyerek beni tahmin edemeyeceğin kadar üzdü. Ona yaklaştıkça o kaçtı. Ama artık hiçbir yere kaçamayacak babam. Öylece mezarda yatıp uyuyacak’ dedi arkadaşım. Ömür boyu asla çocuğu olmayacak arkadaşım belki de babasının çocuk olarak onun kıymetini bilmediğini ve ömür boyu çocuk sevgisine hasret bir kişi olarak yaşamak zorunda olduğunu bu sözlerle anlatmaya çalışıyordu.
Gerçekten şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sadece ona sarılmakla yetindim. Belki de babasından istediği sadece sevgiyle açılmış bir kucaktı.
Doğrusu üzüldüm. Bir baba çocuk ilişkisi böyle olmamalıydı. Gerçekten her ikisi içinde çok büyük bir kayıp. Ne var ki hiçbir ilişki tek taraflı yürümüyor. İnsanlar ikili ilişkilerde sorunlar yaşarken hep kim haklı? Kim haksız? Sorusuyla boğuşup duruyorlar. Ama en önemli olan galiba karşınızdaki her kimse onun sizin için ne ifade ettiğidir. Onu ne kadar sevdiğiniz, ona ne kadar değer verdiğinizdir.
Anneler, babalar çocuklarınızı dünyaya getirirken onların farklı birer birey olduklarını ve sizlerin bir uzantısı olmadıklarını unutmayın. Onlara sizlere benzemedikleri için kızmayın. Sizlerle aynı şeyleri sevip istemedikleri için onlara kötü sözler söylemeyin. Onları sizin gibi olmaları için zorlamaktan kaçının. Kısacası dünyaya çocuk getirirken, herkesin doğarken karakterleriyle doğduğunu unutmayın. Tıpkı fiziksel özelliklerimiz gibi. Çocuğunuzun göz rengini seçmek gibi bir seçeneğiniz olmadığı gibi, bazı karakteristik özelliklerini seçmek gibi bir şansınız olduğunu da unutmayın.
Türk toplumunda en çok yadırgadığım ve yine herkesin dinin buyruklarının arkasına sığınarak sorgusuz sualsiz kabul ettikleri ‘Annelere ve babalara kızılmaz sitem edilmez’ sözünün ne kadar yanlış olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu toplumda yetişip ve bu asılsız klişeye inanan birçok kişi bana kızacaktır. Ancak bilim ne diyor biliyor musunuz? Bilim diyor ki; insanoğlu duygu ve düşüncelerini değil ama davranışlarını kontrol etmeye endeksli bir varlıktır. Yani biz insanlar hissettiğimiz duygular için kendimizi ve birbirimizi suçlamak yerine artık o duygu ve düşüncelerin nedenlerini anlamaya çalışsak daha doğru olmaz mı? Oysaki bazen çocuklar henüz ağzını açıp bir söz söyleyecek gibi olsa veya annesine sitem edeceği bir anda hemen aile bireylerinden biri ‘ Anneye sitem edilmez’ diye bir klişeyle çocuğun söyleyeceği sözü ağzına tıkmaya çalışıyor. Birde aklında bir hadis-i şerif var ise bu konuyla ilgili o çocuğun vay haline.
Sonra çocuklar bu haykırmak istedikleri sözler ağızlarına her tıkıldıkça içlerinde kartopu gibi büyüyen bir duygu harmonisiyle büyüyorlar. Büyüyünce de çoğu zaman anne babalarının istediklerin tam karşıtı bir kimlik oluşturmaktan büyük bir haz alıyorlar. Bunu bir intikam duygusuyla yapıyorlar adeta. Kısacası büyüdüklerinde anne ve babalarına ‘güç bende artık’ demek istiyorlar.
Çocuklarınız ile ilişkinizin temelini iyi bir biçimde sağlamlaştırdıysanız, gelecek adına çok fazla kaygılanmanıza gerek yok. Ancak ilişkinizin temelleri sağlam değilse o zaman her iki tarafa da gelecek adına çok iş düşüyor.
Birçok anne, baba ‘çocuğum ile arkadaş gibiyiz’ der övünerek. Oysaki çocuklarınızın arkadaşları var. Onlara anne babalık edin yeter. Çocuklarınız arkadaşlarını seçmek isterler. Bu nedenle özellikle ergenlik döneminde çocuklar arkadaşlarına çok önem verirler. Çünkü arkadaşlarını kendileri seçer ve orada ciddi bir emek söz konusudur. Siz onların arkadaşlarıyla dalga geçtiğinizde onlarla da, onların emeği ile de dalga geçmiş olursunuz.
Babalarıyla iyi ilişkiler içersinde çocukluk geçirmeyen bireyler hayatlarında özgüven sorunu yaşarlar. Birçok seçimlerinde babalarından aldığı güç çocukları hayata hazırlar.
Kısacası daha anlatacak ve anlayacak o kadar çok şey var ki baba ve çocuk ilişkisi ile ilgili. Ancak sanırım bazılarının bir ömre bile sığdıramadığı bu ilişki ile ilgili sanırım noktayı koymanın zamanı geldi. Ancak yaşam babanızla aranızdaki ilişkiye ne zaman nokta koyar o bilinmez. Bu nedenle; keşke dememek için daha fazla geç kalmadan, hayattayken birbirinizin kıymetini bilin. Bazı değerler vardır ki kıymetini kaybedince anlarsanız. Anlarsınız da pek bir faydası olmaz. Çünkü ne onun yerine koyacağınız biri ne de bir sevgi türü vardır. Giden gitmiş olan olmuştur. Tıpkı Çağan Irmak imzası taşıyan ‘Babam Ve Oğlum’ filminin finalinde olduğu gibi ona hayatınızda ilk defa sarıldığınız an belki de son kez sarıldığınız andır.
Artık çok geç dememek için elinizi biraz çabuk tutun. Korkmadan sarılın birbirinize. Birbirinizi yaşayın! Bazen keşke demek için bile vaktiniz kalmayabilir.
Bir kez daha vakit ayırıp sizlerle paylaştıklarımı okuduğunuz için gözelerinize sağlık.
Hoşçakalın.
Bu arada unutmayın her hoşça kal bir merhabadır aslında!
Çağatay C. Öztürk
Psikoterapist
oztuc@aol.com
ÇAĞATAY ÖZTÜRK
YAZARA E-POSTA GÖNDER