9 ay 10 gün. böyle başlıyor hikaye. beklemeyle değil de, beklenilen, özlenen "artık gel" olarak.
akabinde ilk emekleme bekleniyor büyük heyecan içinde,
derken ilk adımlar, ilk dişler, anne-baba dediğimiz ilk an, ilk kelimeler, ilk ayakkabı, ilk saç teli, ilk karalamalar, ilk okul deneyimimiz.. daha nicesiyle çoğaltılabilecek kadar ilkler. ilk heyecanların baş kahramanı olarak farkında olmadan yaşattığımız keyifli bekleyişler.
buraya kadar daha keyifli. çünkü kahraman biziz. bekleyen değil, beklenileniz. figüran değil, başrol oyuncusuyuz. insanların etrafında pervane olan değil de, dünyanın en merkezindeyiz. hatta öyle merkezindeyiz ki; her şey bizim istediğimiz gibi: herkes uydumuz.
gelelim sonrasına.
yani arkaya dönüp baktığımda daha hatırlanabilir olaylara.
beklemek.
dünyanın en sevimsiz ama dünyamın en merkezindeki kelimem. oldukça gerçek olan.
ilkokula başladığım yıl anladım hayatımın hep bir şeyleri "beklemek"le geçeceğini.
onu içeri buyur etmeden "hoş geldim" dedi bana en sıkıcı haliyle. kabul etmeme gibi bir seçeneğim olmadığını kafama dank ettirircesine yerleştirdi.
7 yaşındayken en büyük hayalim günleri değiştirmekti. okul günlerini. her çocuk gibi 5 gün tatil, 2 gün ders!
bu fikrimi öğretmenime de anlatmıştım, hatta ondan izin istemiştim gidip müdürle konuşmak için. geçerli sebeplerim vardı çünkü.
sadece gülmüştü bana. sanki çok komikmiş gibi. ilkokula dair hatırladığım en net anılarmdandır bu. ve yaşadığım en büyük hüsran da bu.
yani anlayacağınız tatil olayını halledemedim, tüm arkadaşlarım bana güvenmişken ben bu gerçeği değiştirememiştim. sonradan anlayabildim olayın bizim müdürle bir ilgisi yokmuş. ama bu açıklamayı keşke bana öğretmenim yapsaydı, gülmeseydi de anlatsaydı. anlardım ben onu. istediğim sadece açıklamaydı. hepsi bu.
sonrası hep tatilleri beklemekle geçti.
haftasonu tatilleri, sömestr tatilleri, bayram tatilleri, yaz tatilleri..
sonra yazılı-sınav sonuçları..
öss sonuçları..
vize-final sonuçları..
yani hep bekledim.
hep bekledik.
hep bekledin.
hep bekliyoruz.
reşit olmayı,
18 yaşında olmayı,
arkadaşını,
filmin gösterime gireceği tarihi,
uçak biletinin geleceği tarihi,
yazlığa gideceğin günü,
o beğendiğin ayakkabının indirime gireceği tarihi,
maaş gününü,
banka kuyruğunu,
yazın gelmesini,
maç sırasını,
25T'yi-59RS'yi
mesaj atmasını,
aramasını,
mülakat sonucunu,
sabah olmasını,
çilek-erik mevsimini,
Ezan okunmasını,
regl gününü,
okulun biteceği günü,
hayatının aşkını (!)
çoğaltılmaya öyle müsait bir liste ki bu..
şimdi aklıma gelenleri sıraladım sadece.
demek istediğim şu, hayatımız sürekli beklemekle geçiyor.
gerekli-gereksiz-saçma-önemli-komik-heyecanlı hissettirdiği duygudan ziyade hep bekleyecek oluşumuz ve beklemek zorunda bırakıldığımız durumlar beni sinir krizlerine sokmaya yetiyor. yetmek ne kelime, artıyor hatta.
bahsettiğim şey normal seyrinde devam etmesi gereken "beklemek" değil elbette.
bazıları su içmek gibi, tuvaletini yapmak gibi, nefes gibi..
keyfi değil aksine yaşamın gereklilikleri.
mecburi ve olması gereken bekleyişler.
bu bekleyişler için bolca anlayışım ve sabrım var tabii ki.
beklemek tartışmasız hayattaki en zor eylem. ama aynı zamanda insanı güçlendiren, büyüten, öğreten, tüm olumsuzluklara inat hayatta dim dik durmanı sağlayan mucizevi gerçek. bekledikçe beklemeyi öğreniyorsun. sabrediyorsun, şükrediyorsun..
beklemenin hayatının sonuna dek süreceğini zaten biliyorsun. -ki hepimiz öleceğimiz günü bekliyoruz.
ama diğer bekleyişler için aynı sabrı ve anlayışı kimse benden beklemesin.
onları mantık süzgecimden geçiremiyorum.
geçiremeyeceğim de.
kısacası,
ben beklemekten çok sıkıldım.
ben beklemekten çok bunaldım.
ben artık kimseyi, hiçbir sebebi, nedeni, olayı, durumu, olasılığı, olağansızlığı, acabaları, "ama" ya olursaları, hiçbir ama hiçbir şeyi beklemek istemiyorum.
söylemek istediklerimi anladıysanız ne ala,
anlamadıysanız,
anlamanızı da beklemeyeceğim.
dedim ya, ben artık aklınıza gelen her şeyin, hiçbir şeyini beklemeyeceğim.
yürümek isteyen yanımdan yürür.
ben kimseyi beklemiyorum.
AYBİKEM GÜNER
YAZARA E-POSTA GÖNDER