EEEEEE. Hayatın “eeeee halindeyim” (Nil’in dediği gibi) Hmmmmm…ummmmm. Ommmmm.
Özellikle de Hayatİ’nin kuma olarak aldığı İstanbul’a karşı. Bu anlamda bu aralar üvey annem gibi İstanbul. Bazen hayatın gözüne girmek için bana torpil geçiyor, ancak Hayat- Hayati de diyebiliriz bu noktadan sonra- diğer çocuklarıyla ilgilenmek için veya tahtaya bir şeyler yazmak için arkasını döndüğü anda bana sopasını gösteriyor. Fatmagül’ün yengesi Mukaddes tadında birisi işte. Öyle fena.
Alışmalısın diyor bazen de elimden tutup. “Bak AnılCIĞIM ben senin kararlılığını sınıyorum”. diyor. Yaşam Koçu kılığına giriyor. Mehmet Öz, Doğan Cüceleoğlu, Oprah, Polyanna ülkesinin kraliçesi oluyor. Acı yok Rocky oluyor. Ah İstanbul diyorum. Yeter mekik çekmekten karnım acıdı, karnım demişken, annemin yemeklerini çok özledim ben, karnım acıktı, annem demişken, odamı, yatağımı özledim ben. Tamam derin nefesler alıp veriyorum ama burnuma Etiler’deki kira fiyatları kaçtı. Nefes alasım kaçtı, keyfimin arkasından koşturdu onu da kaçırdı. N’apıyim ? Tamam peki dayanayım.
Bazen de masalcı nine oluyor. Bir rüzgar estiriyor, bir deniz içiriyor, bir yıldız parlatıyor, bir kahve köpürtüyor, bir dans ettiriyor yormadan, bir güzelleştiriyor aynayı eline verip sordurtuyor; ayna ayna benden güzel, benden güçlü var mı bu dünyada diye. Kurtlara kuzuyu kovalatıyor, ama sonunda Kırmızı Başlıklı Kız kazanıyor. Onlar erdi muradına biz çıkarız kerevetine mutluluklar yaşatıyor. Happily ever after dedirtiyor.
Küfreden taksici oluyor kimi zaman da. Kornaya basıyor hiç durmadan, hiç kimseyi beklemiyor. Çarpraz çarpraz ilerliyor, yolları makas gibi kesiyor ve ezmek istiyor önüne çıkanı; ezmiyor ama kulaklarınızı küfürleriyle ve radyosundaki maç yayını veya arabesk parçalarla dövüyor, elinden düşmeyen sigarasının kokusu üzerinize siniyor. Herkese kızgın bu İstanbul, herkesi de kızdırıyor. Hiç kimseyi dinlemek istemiyor. Durup bir düşünmüyor, ilerlerken üzerinize çamur sıçratıyor. Offf en kötü hallerinden. Sizi “memleketinize” geri dönmeniz için ikna etmeye çalışıyor. İstanbul’un kornalı hali, ezan seslerini küfre bulayan sarı rengi.
Sosyetik kırmızı tırnaklı İstanbul var bi de. Size tepeden bakıyor. Hiç para hesabı yapmayan hali. Solaryumdan beyni de karartmış hali. Yalısından içeriye süzülüyor, bir var bir yok oluyor. Arabasının üstünü Svarovski taşlarla süsletiyor. Fildişi kulesinden saçlarını sarkıtıyor. Bir kuş sütü eksik diye şikayet edip duruyor. Parmağını ŞIKlatıyor, şık’ır şık’ır giydiriliyor. Ama “maalesef ruhu yok, onun için hiç mi hiç şansı yok.” Bu İstanbul size bir baktı mı, bütün geçmişiniz yok oluyor, sizse sıfır oluyorsunuz. Çirkin hissettiriyor bu kadın size kendinizi. Sanki ne kadar törpületseniz tırnağınızı onunki gibi olmayacakmış gibi. Paralarınızın sıfırları önemini yitiriyor, hiç sıfırlı kalıyor onun yanında. Ama size hesabı ödetmeye de devam ediyor.
Ben en çok “kedi” halini alıp, sarıp sarmalamak istiyorum. Onu çok seviyorum işte. Kışın kocaman olmuş tüylerine rağmen, apartmanın kapısını açmanızı bekleyen üşümüş hali. Hemen aradan süzülüyor, giriş katta sol taraftaki evin paspasına yerleşiyor. Dönüp size teşekkür etmiyor belki ama, yüzünüzü güldürüyor ıslanmış tüyleri ve aptal fırsatçılığı. İşte biraz korkak oluyor o zaman, sizin gibi.
Korkunca siz de arıyorsunuz çünkü o paspası ve yemek kokusunu. Sıcağı özlüyorsunuz, üstünüze taksi çamur sıçratmış, çamurlar renginizi kaçırmış, karnınız acıkmış, paranızı sosyetik kadın çalmış, Mehmet Öz kansere yakalanmış, masalcı nine deniz kızının sonunda denizde bir köpüğe dönüştüğünü size itiraf etmek zorunda kalmış.
Bir varmış bir yokmuş. İstanbul diye bir kız varmış, İstanbul’da yaşarmış, bir sürü hali varmış, öyle ki; insan bu kızın hali’ni hatrını sormaktan hiç sıkılmazmış.….
Anil Atalan
P.S: Yazi başlığı Aziz Nesin’in aynı adlı kitabından alınmıştır.
ANIL ATALAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER