>

DİĞER HABERLER

Prozac’la Selahattin Duman avlamaca...

Cosmoturk ailesinde yepyeni bir yazar... "Kibele" köşe yazılarıyla "Mürsel Sezen" günlük yazılarıyla sizlerle... Mürsel Sezen'in ilk yazısını okumak için tıklayın...
 
   
 
 
     
Prozac’la Selahattin Duman avlamaca

28 yaşındayken bir karar aldım ve bütün hayatım değişti.
Fazla etkilenmeyeceğimi düşünürken uz görüşlü annem şöyle dedi; “Altından kalkabileceğini tabii ki biliyorum ama şu anda aldığın kararla tüm hayallerin, yaşam tarzın, her şeyin değişiyor. Bu dönemi kolay atlatmak varken, neden zor atlatasın?”

“Nasıl peki?” dedim.
“Ben babam öldüğünde antidepresan kullandım çünkü hocam da bana aynı şeyi söylemişti. Çok faydasını gördüm. Sana depresyondasın demiyorum, sadece girme ihtimaline karşı çözüm öneriyorum.”

Gerçekten şaşırıp kaldım, böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti, ne diyeceğimi bilemedim.
Ertesi gün annem şu meşhur Prozac’la çıkageldi.
“Her gün bir tane kullanacaksın” dedi, sabah 10’da al, etkisini bir süre sonra göreceksin.
İlk iki hafta hiç değişiklik yoktu, durumumu soran anneme;
“İşe yaramıyor bu ilaç, hiç etkisi yok” dedim.
“Bekle” dedi. “Daha bir ay dolmadı.”
Her sabah yataktan kalktığımda yaşamımı nasıl değiştirdiğine dair bir ipucu var mı diye bakıyordum kendime. Yooo, hayır, hissedilir hiçbir değişiklik yoktu.
Sonra “güzel” sözcüğünü sık kullanmaya başladığımı fark ettim. En sıradan olaylar bile gözüme bi hoş görünüyordu.
“Ah ne güzel, bugün arkadaşlarınla mı görüşeceksin?”
“Ah ne güzel, bugün kot pantolon giymişsin.”
“Hasta mısın, ne güzel, evde yatıp keyif çatabileceksin!”
“Sevgilinden mi ayrıldın, ne güzel özgürsün artık, yaşamın tadını çıkaracaksın.”
İyi kötü her şey güzel görünüyordu gözüme. Öyle bir özgüven kazanmıştım ki herkesle konuşabiliyor, patronun odasına kapıyı çalmadan dalabiliyor, babam yaşındaki kallavi adamlara mahalle arkadaşı muamelesi yapıyordum.
Bir akşam Selahattin Duman’ı keşfettim. Medya Plaza’nın İkitelli tesislerinde binanın girişindeki merdivenlerde oturmuş over design bahçeyi ve otoparkı seyrederken... Akşam oluyor, güneş batıyor, romantik bir kızıllık etrafta kol geziyordu.

Selahattin Duman jipinden dünyaya arz-ı endam eyledi. Takım elbise giymişti lakin tipi kayıktı, yanaklar al al olmuş, saçları yastığın verdiği şekille kendi hallerinde takılıyorlardı.

“Selahattin Bey, ne bu hal?” diye bağırdım. “Gelin bir kahve ısmarlayayım!” Adamı acilen ayıltmak gerekti, aksi takdirde bu görünümle karizmayı çizdirmesi işten bile değildi. Bana şaşkınlıkla baktı ve;
“Yazımı yetiştirmem lazım” dedi.

Sonra onu mütemadiyen yakaladığım her yerde sıkıştırdım.
Hatta bir gün asansörde –size hala kahve ısmarlayacağım- dediğimde yine yüzüme tuhaf tuhaf bakıp “Odama gel de, ben sana bir çay ısmarlayayım” dedi.
Çayı acaip vurgulamıştı. Köşeye sıkışmış kedi insanın yüzüne nasıl atlar, öyle bir tavır sezip, asansörden hafifçe dışarı süzüldüm.
Arkamdan da korkmamış gibi “Birkaç güne gelirim” diye bağırmayı da ihmal ettim.

Düşünüyordum da bu adam yaşlanmıştı artık, en çok okunan köşe yazarı tahtında daha ne kadar kalabilirdi ki? Onun varisi ben olmalıydım. Hatta bu fikir git gide olağan hale geldi. Bir gün nasıl olsa bu gerçekleşecekti, tahtını ele geçirmem an meselesiydi.

Yakaladıkça sataştığım Haşmet Babaoğlu ile Kürşat Oğuz da artık beni görünce koridorda yönlerini değiştiriyorlardı.
Haşmet Babaoğlu’nu elimde gofretle koridorda sıkıştırdığımda en usta futbolculara taş çıkartacak bir atlatma hareketiyle beni es geçmesini unutamam hala. İyi hamleydi doğrusu.

Madem geleceğin Selahattin Duman’ı olacaktım, yok yok, daha da öte bişi!... Öyleyse geriye tek bir şey kalıyordu, köşe yazısı yazmaya başlamalıydım.

Mürsel Sezen


Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>