Ondan Bundan...
"...sen denizin üstünde kalırsan, hem gece alemine, hem manzaraya, hem ona hem buna yakın olayım dersen böyle olur işte!..." Deli Fişek'in yeni yazısını okumak için tıklayın...
Güzel filmlere gittim bu aralar. Neredeyse hepsini de beğenince sizinle paylaşayım istedim. Duvara Karşı’yı o kadar beğendikten sonra yakın bir zamanda bir başka filme de aynı hisleri besleyebilir miyim diye düşünmüştüm. Sonra, Bertolucci’nin “Dreamers”ına gittim. Ancak rüyanızda görürsünüz zaten böyle şeyleri. Onu da beğendim. Kısa sefil pantolonuna rağmen dolma dilber dudaklı Michael Pitt ve accaip güzeller güzeli Eva Green’i izlemeye doyamadım. Konuyu çok beğenmediysem bile, resimler, renkler, müzikler (Janis Joplin, Doors, Jimmi Hendrix), özellikle ikizlerin evi gerçekten de çok iyiydi.
Ertesi gün Colin Firth ile karşılaştık G Mall’da. Yanımda erkek arkadaşım olmasına rağmen kendisi ile 1,5 saat çılgınca platonik bir aşk yaşadım. O karanlık odadan ayrılmam epey bir zaman aldı. Filmin bitmesine rağmen tüm jeneriği, o yumuşacık parça eşliğinde sindire sindire izledim. Ne olurdu biraz daha uzun sürseydi? Benim için en kötüsü film bittikten sonra yaşananlardır. Hele ki film güzel, adam yakışıklı, konu da romantikse saatlerce kimseyi görmek istemez gözüm, duymak istemez kulağım. Dış dünyanın aydınlığı, gürültüsü soğuğu canımı sıkar, büyüyü bozar. O yüzden sinema salonunda kalmak isterim çıkmak zorunda bırakılana dek. Bu seferki film arkadaşım enteresan çıktı, filmden sonra konuşmaması gereken heryerde sustu, arabada Bach çaldı ve beni şaşırtmakla birlikte o geceden tam puan kapmayı başardı. Bırakın biraz daha anlatayım filmle ilgili hislerimi. Bir hikaye/senaryo ancak bu kadar iyi olabilir. Zaten önce kitabı yazılmış ve sonra sinemaya uyarlanmış İnci Küpeli Kız. Kitabın yazarı Tracy Chevalier, 19 yaşından beri bu tabloyu (sanırım posterini) başucunda tutmuş ve hep ona bakarak bir hikaye tasarlamış kafasında. Jan Vermeer, 17. yüzyılın en büyük ressamlarından biri, Hollandalı. Delft’te yaşamış. Resim hakkında birşeyler öğrenmek için oturduğu bölgenin dışına çıkıp çıkmadığı dahi bilinmiyormuş. Bu kadar önemli bir isim olmasına karşın, bulduğum tüm kaynaklarda ressamla ilgili çok az şey bilindiğini okuduğumda şaşırdım. Ona ait olduğu tespit edilebilen 35 adet tablosu bulunuyormuş. Bu kadar az bilgi Chavelier’in sınırsız yaratıcılık kullanmasına olanak vermiş.
Gerçek olan tek şey ressam ve “İnci Küpeli Kız” tablosu. Okuduğum yazılardan birinde aynen şöyle yazıyor İnci Küpeli Kız için: “Bu resimde genç kız izleyiciye bakar. Sanki odanın karşı tarafındaki biriyle bakışıyor izlenimi verir, bir an için donmuş gibidir”. Filmi izlediğinizde, hala izlemediyseniz tabii ki, burada ne demek istendiğini ve hatta tam “o an”ın ancak bu kadar iyi yansıtılabildiğini anlayacak ve siz de benim gibi “vay be!” diyeceksiniz. Benim merak ettiğim, acaba Vermeer bu filmi izlese ne kadarını doğrulardı? Memnun kalır mıydı tablosu ile ilgili böyle bir hikaye yaratılmasından? İnci Küpeli Kız aslında kim? Gerçekten hizmetçisi mi? Kendi kızı mı? Neler yaşandı? Romantik bir film olmasına karşın çoğu yerde gerilim filmi seyrediyor hissine kapıldım. Neyse film eleştirmenliğine soyunmuş gibi olmayalım da tadında bırakalım. Haa bu kadar filmden bahsetmişken izlediğim bir diğer film olan “Cesaretin var mı Aşka?” ile ilgili de kısacık yazayım. Aslında İnci Küpeli Kız’ı izledikten sonra üzerine bir de Lost in Translation’ı izlersem tam bir Scarlett Johansson haftası yapmış olurum diyerek fırlamıştım evden. Eh insan sinemaya 5 dakika mesafede oturunca biraz ağırdan alıyor. Alkazarda zannederek tam film saatinde orda oldum. Bir be göreyim? Lost in Translation gitmiş “Lost Girl in Beyoğlu” gelmiş. Benim yani bu! Alkazar’da Lost in Translation falan oynamıyor. Neyse bu filmi de istiyordum görmek, ona gireyim bari, zaten diğerinin nerde olduğunu arayacak zaman yok, tam film saatindeyim. Offf hayatımda bu kadar bir de bir İran filminde sıkılmıştım (İran filmlerini severim ama geçen festivalde bir İran filminin 45. dakikası gelmesine rağmen hala kitapçıkta açıklanmış olan sırra ulaşılamamıştı da o sebeple!!!). Utanmasam yarıda bırakacağım yani, o kadar! Zaten istediğim filme girmeyi beceremediğim için kızıyorum kendime. Bir de Amelie’nin nerdeyse tıpkısının aynısı. Baştan ortaya kadar taklit, özenti kokuyor. Amelie’yi o kadar sevmiştim ki! Bu kadar sevdiğim bir filmin bu denli taklit edilmesine çok bozuldum, veletlere de gıcık oldum, konuya da! Fakat filmin tam orta yerinde öyle bir sürpriz oldu ki! Olayın Amelie ile ilgisi falan kalmadı. Ne yalan söyleyim o gece rüyama bile girdi.
Sevgiler, saygılar....
delifisek@cosmoturk.com
DİĞER HABERLER
Annelerini Dinleyen Genç Kadınlar Riskten Kaçıp Nakite Sarılıyor Yatırım Yapmıyor
Genç girişimci kadınları riskten kaçmadan yatırım yapmaya davet etti...
Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’na Son 30 Gün
Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlar için geri sayım sürüyor.
“Vakko Kadınlar Günü’nü Atıf Yılmaz’ın Unutulmaz Filmleri İle Kutluyor ”
“Türkiye`nin İlk Film Ödüllü Mekanı: "Ruins" Bodrum”
“Kızgınlık Bir Anlık, Ama Kırgınlık Bir Ömür Boyu…”
“Stefanel’de İndirim Başladı!”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32