>

DİĞER HABERLER

Cannes Sahilleri

"İşimiz gereği her mayıs ayının bir bölümünü Fransa’nın bu şık mı şık sahil kasabasında geçiriyoruz... Selma Hayek de geliyor" Can Anamur'un yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Cannes Sahilleri

İşimiz gereği her mayıs ayının bir bölümünü Fransa’nın bu şık mı şık sahil kasabasında geçiriyoruz. Türk sinema sektörünün ne kadar dağıtımcısı varsa orada. Amaç, yeni sezona en iyi yapımları en uygun fiyatlara kapamak. Tabii yabancı satıcı karşısında bu kadar Türkü görünce fiyatları da uçuruyor, o da başka mesele.

Bu yılki festivalin bizim için en önemli tarafı jüride (her ne kadar Alman diye geçse de) bir Türkün bulunması. Evet, geçen yılın Altın Ayı’lı yönetmeni Fatih Akın bu yılki Cannes Jürisi’nde yer alıyor. Jüri başkanı da Emir Kusturica.

Jüride bir Türk bir de Boşnak bulunursa Cannes’da bir Trakya gecesi de olmazsa olmaz. Sahilin diğer otellere göre daha uygun fiyatlı ama onlar kadar etkileyici bir binaya sahip olan oteli Splendid’in tam karşısında yer alan gece kulübünde bir parti var. Fatih Akın’ın yeni filmi (bizde bu hafta vizyona girdi) “Crossing the Bridge-İstanbul Hatırası”nın onuruna düzenleniyor. Gidiyoruz.

Mekanın tek kötü yanı kapalı bir alan oluşu. Bir süre sonra sıcak ve duman insanı sıkmaya başlıyor. Ama atmosfer bir harika. Cannes’ın alışık olmadığı bir müzik var sahnede. Dört çalgıcı, kanun, tef, keman… döktürüyorlar. Mekandaki Fransızlar, Almanlar (Akın’ın yeni filminin dünya hakları da yine bir Alman firmasında), bin bir milletten insan elinden geldiğince dans ediyor. Bazıları hiç de fena kıvırtmıyor hani! Bilumum Türkler de mekanda. Fatih Akın başında kasketi, üzerinde siyah tişörtü, bir oraya bir şuraya koşturuyor. Müzisyenlerin ardından sahne ona kalacak ve gecenin dj’yi Akın’dan Trakya havaları ağırlıklı bir program dinleyeceğiz. Ve gecenin büyük sürprizi Kusturica da biraz sonra mekanda. Gecenin artık sonlarına doğru bir diğer jüri üyesi, Selma Hayek de geliyor. Demeyin keyfimize. Daha Cannes’da ikinci gece. Festival güzel başlıyor doğrusu.

Sahil şeridinde bir binanın terasını İskandinavlar almış. Danimarkalısı, Norveçlisi, İsveçlisi… partilerini burada yapıyor. İşte size Cannes’ın en sıkıcı partileri. Ellerinde bira şişesi sarı, sarı tipler öylece duruyorlar. Danimarka’nın en popüler birası ikram ediliyor, ama ne yalan söyleyeyim, bir şeye benzemiyor. İçeri girmesi de bir dert. Elimizde 5 davetiye 6 kişi gidiyoruz. Dört kız iki erkek. Normal bir mekanda ne olur. Sizi içeri alırlar. Almıyorlar. Kapıda Gestapo gibi bir kadın, “nein” gibi bir şey diyor. “Olmaz, nasıl cüret edersiniz. Hem her gelen grupla bir kişiyi ekstradan soksak ölürüz, biteriz, mahvoluruz”. Acıyoruz kadıncağıza, ölmesin, bitmesin, mahvolmasın. Onu Gestapo haliyle baş başa bırakıyoruz. Ama yaklaşık üç saat sonra, aynı mekana, bu sefer 7 davetiyeyle 8 kişi gireceğiz. Bu da bizim başarımız. Heh, heh… Biz 1-Gestapo 0. Maçın skoru!

Cannes’da iki ara sokak var. Birinde Petit Martinez diye dandikten bir bar. Tam sokak köşesinde. Normal zamanda yüzüne bakmazsınız. Hatta farkına bile varmazsınız. Ama, nasıl dolu bilemezsiniz. Mekan küçük, kapısı, mapısı yok. Millet sokakta. Biralar plastik bardaklarda. Sabahın 5’ine kadar sokak tıklım, tıklım. Birada sudan ucuz. Festivalciler daha çok buraya takılıyor. Gündüz hangi yüzleri görürseniz, akşam da aynı yüzler. İşte şuradaki filmine çuvalla para isteyen, şu da Alman şirketindeki çocuk, şu da Fransız kız…

Bu sokağın iki paralelinde başka bir bar. Şık geçiniyor ama bizim buradaki barların yanında çok sıradan kalır. Adı “Les Coulisses”. Bunun kapıları kapalı. İçerde delice bir müzik. Dışarı pek sızmıyor. Ses yalıtımını iyi yapmışlar. Ama kapı bir açılmaya görsün. Buraya da müşteriler sığmıyor. Sokak ana baba günü gibi. Burada bardaklar cam. İki garson devamlı koşturuyor. Festivalciler kadar şehrin gençleri de takılıyorlar. Yine saat dörtlere, beşlere kadar sokak tıklım, tıklım. Yarın sabah toplantı varmış, 9:30’da film gösterimi varmış… Nasıl olsa bir şekilde kalkılır! Sahiden de kalkılıyor. İnsana deniz havası yarıyor herhalde.

Fransız şirketi UGC yeni filmi “Le Concille de Pierre-Taş Meclisi” (bizde Doğan Kitap’tan kitabı da çıkmıştı, hani şu yeni Stephen King denilen Fransız yazar Jean Christophe Grange’nin romanı) için bir yemek yapıyor. Kendi ülkeleri tabii, nefis bir villaları var. Villa UGC, şehrin aslında merkezinde. Eski şehir diye tabir edilen, yat limanının yanından yukarılara uzanan ve kalesiyle son bulan mahallede. Yürüyerek de ulaşılabiliyor. Şehri tam tepeden görüyor. Bütün sahil şeridi, lüks oteller ayaklarınızın altında. Işıl, ışıl. Geceye önemli bir isim katılıyor; Monica Bellucci. Daha geçenlerde “Dünyanın en güzel kadını” seçilen Bellucci kanlı ve canlı aramızda. Geceye biraz rötarlı katılıyor. Rötarı kendini beğenmişliğinden değil, öncesinde yazılı basınla röportajlar yapıyor. Ardından geceye katılıyor. Filmin yönetmeni Guillaume Nicloux da bizlerle. Kısa bir sohbet olanağı da buluyorum. Türkiye’de filmlerin sinemalarda altyazılı gösterilmesine seviniyor. İstanbul’a gelmek istediğinden bahsediyor. Boğazın güzelliğini duymuş. Bir de mezelerimizi, balıklarımızı görse! Boğaz, rakı-kavun-peynir olmadan çekilir mi, değil mi? İşte size bir de fotoğraf. Monica, Guillaume ve ben…


FOTOĞRAF (Monica)

Paris Hilton da Cannes’da. “Acaba Hilton’da mı kalıyordur” diye geyik dönüyor. Ama Cannes’daki Hilton Oteli biraz demode kalmış, eskimiş bir otel. Herhalde daha şatafatlı bir yer seçmiştir kendine diyoruz. Yeni bir filmde oynuyor. Acayip uyduruk bir film. Ama partisi muhteşem. Cannes’ın yeni açılan, şu sıralar en popüler mekanında parti. Bizim Laila-Reina ayarı bir yer “Le Baoli”. Yeni Liman tarafında, şehir içindeki kulüplere göre daha büyük bir alanda, daha şık bir yer. Hem havadar, hem geniş. Kapıda bodyguard’lar… tipe göre seçip içeri bırakıyorlar normalde. Ama bu gece özel gece. Bizim kız takımı içerde ama biz iki sapın davetiyesi yok. Kapıya kadar geliyoruz, içerden davetiye çıkacak ve biz de içeri gireceğiz. Tam giriyoruz ki korumalardan biri kıllık çıkarıyor. Zaten parti biraz sonra bitecek diyor. Saat 2 olmuş ama bir şeyin biteceği yok aslında! Zaten buraya gelene kadar dört mekan eskitmişiz bu gece, neymiş biten? Son anda davetiyeleri içerden getiren kız arkadaşımız korumalardan birine hafif çaplı sırnaşıyor da kendimizi içerde buluyoruz. Paris abla iki masa ötemizde oturuyor. Elinde cep telefonu her daim bir mesajlaşma durumunda. Masasında bir koruma ordusu. Bizim masa da içki neredeyse maşrapayla içiliyor. Bellevedere votkanın dibini görüyorum. Şişesi de sahiden güzel. Zaten dışarı elimizde dolu bir şişeyle çıkacağız gecenin bitiminde. Partiyi düzenleyen Paris Hilton olur da bir cinlik olmaz mı? Geceye özel kokteyl erotik biçimli, 15 santimlik plastik (nasıl tarif etsem, bardak desek değil, en iyisi tüp demek) tüpler içinde dağıtılıyor. Sahiden güzel.

Bir gecede Wild Bunch düzenliyor. Fransızların haşarı şirketi. Geçen sene yaptıkları parti dillerde. Bu seneki nedense sönük. Sahilde bir plajda yapılıyor. Yemek ve İspanyol müziği eşliğinde sakin bir gece. Bu yılki filmleri yeni Carlos Saura olunca müzik de İspanya diyarlarından seçilmiş. Ne yalan söyleyeyim, çok yavan geliyor. Halbuki iki kız güzel, güzel Flamenko yapıyorlar. Sahile şezlongları atıyoruz. Güzel bir muhabbet başlıyor. Hava da güzel bu gece.

Cannes’da ne yapılır önerilerinin değişmezlerinden biridir Tantra-Loft-Hamam üçlüsü. Aslında üçü de aynı mekan, şehrin göbeğinde iki restoran, bir gece kulübü. Tam “Les Coulisses”in yan sokağında, en civcivli yerde. Loft’da parti var. Mekan sıkışık, başta insan kıpırdayamıyor. Ama az sonra o kuru kalabalık boşalıyor ve ortalık birden şenleniyor. Güzel bir gece. Artık festivalin sonlarına da geliyoruz. İnsanın pili bitmeye başlıyor.

Sahildeki halk plajı geceleri açık hava sinemasına dönüşüyor. Ne güzel bir fikir. Açılır kapanır sandalyeler getiriyorlar. Bir sponsor bulmuş ona yaptırmışla. Şık şeyler, yan yana diziliyor. Deniz tarafında dev bir ekran var. Her gece bir ya da iki film gösteriliyor. Giriş biletli. Ama çe
Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>