Anne beni okşa
Annelerin okşamalarının, bebeklerin genlerinde olumlu değişiklikler yaptığı, mesela onları strese karşı daha güçlü kıldığı ortaya çıktı!
Bowlby’ye göre okşama, dokunma bebeğin gelişimi açısından son derece önemli idi. Ve bu görüş kısa süre içinde dünya çapında kabul gördü. 50 yıldır bebekler annenin (ve meraklı babanın!) tensel temasının keyfini yaşıyor. Dahası, bebek doğar doğmaz derhal annenin çıplak bedeni üzerine bırakılıyor!
Bu çok doğru psikolojik yaklaşımdan sonra, şimdi de anne ile çocuk arasında dokunsal bağın biyolojik doğası araştırılmaya başlandı. Bilim dünyasının özellikle ilgisini çeken, annenin okşamalarının, geleceğin yetişkininin karakter oluşumunda nasıl bir biyolojik etki yaptığı...
İlk yanıt Kanadalı bilim adamlarından geldi. Michael Meaney, çevresindeki genetik bilimcileri ve gelişme uzmanları ile, yeni doğan bebekler ve anneleri arasında oluşan bedensel temas sonrasında DNA’ları etrafında önemli kimyasal değişimler saptadılar.
Anaç farenin yavruları daha soğukkanlı
Bir diğer deyişle, okşamaların psikolojik olduğu kadar genetik açıdan da önemli olduğu ve genetik değişiklikleri tetiklediği ortaya çıktı.
Bu konuda öncü çalışmalar, Kanadalı biyolog Michael Meaney ve ekibi tarafından yürütülüyor. Meaney, Montreal’de McGill Üniversitesi’nde ‘Davranışlar, Genler ve Çevre’ projesinin başkanı; 1998 yılından beri ekibi ile birlikte yeni doğanlarda kaygı ve stresin gelişimini araştırıyorlar.
Bu amaçla bir fare modeli geliştirdiler. Laboratuvarlarında kronometre elde, saatlerce ve sabırla iki anne farenin yavrularına davranışlarını izliyor ve notlar tutuyorlar. Anne farelerden biri yavruları ile daha ilgili. Henüz bir haftalık olan bebelerini bıkmadan yalıyor. Anne fare her bir yavrusu ile en az 10 dakika kadar oyalanıp ardından bir diğerine geçiyor. İkinci kafesteki fare, yavruları ile ilki kadar ilgili değil. Bakım ve sevgi için her bir yavruya ayırdığı süre ise sadece 3 dakika.
Sonuç, anaç olmayan anne farenin yavrularının, bir stres karşısında gösterdikleri tepki daha fazla. Mesela, ani bir gürültü karşısında, annesinin daha fazla zaman ayırdığı yavru bir an irkiliyor, sonra yaptığı işe devam ediyor. Anaç olmayan farenin yavrusu ise donup kalıyor. Normale dönebilmesi için bir süre geçmesi gerekiyor. Buna göre, anne okşamaları, bebeğin beyninde strese karşı tepki veren ve yeni anıların oluştuğu bölümdeki nöronların içinde bulunan genleri harekete geçiyor.
Peki hangi genleri?
Bu genler, Glucocorticoid adı verilen bazı stres hormonlarını yakalayan alıcıları üreten genler. Stres hormonlarının yakalanması ile, bunların organizma üzerindeki etkileri engellenmiş oluyor. Dolayısıyla, bu hormonlar yayılıp stres karşısında aşırı tepki veremiyorlar.
Çevresel faktörlerin etkileri ağır mı basıyor?
Meaney, Science et Vie dergisine yaptığı açıklamada şöyle diyor: ‘Bu alıcıların sayısı ne kadar fazla olursa, strese karşı verilen tepki o kadar düşük olur. Yavrularını sürekli yalayan onlara dokunan anneler, bebeklerinde bu genlerin aktivitelerini, dolayısıyla da alıcıların üretimini arttırmış oluyorlar.’ Annelerinden yeterince ilgi görmeyen yavrularda bu alıcılar çok üretilemediği için, strese karşı aşırıya kaçabilen tepkiler verebiliyor.
Sonuç şaşırtıcı: Yetişkin bir canlıda artık kalıcı hale gelen bir karakter özelliği, annesinin davranışları sonucu değişiyor ve yeniden şekillenmiş oluyor. Tabii bu tez çok önemli ve bu nedenle de üzerinde tartışmalar sürüyor ve yeni araştırmalar yapılıyor.
Bu tezin kanıtlanması halinde, çok uzun yıllarda beri süregelen ‘insanların doğuştan gelen genetik özeliklerinin mi yoksa çevresel faktörlerin mi daha etkili olduğu’ tartışmasında önemli adımlar atılmış olacak. Meaney ‘Artık soru, çevresel faktörlerin insan genomu üzerinde nasıl etkilerini olduğunu ortaya koymak, dolayısıyla kişiye özgü özeliklerin nedenlerini açığa çıkarmak’ diyor.
Genetik hafıza
DNA özellikleri kadar, DNA etrafındaki kimyasalların değişimlerini incelemek de önemli. Bilim dünyasının ‘epigenetik değişimler’ diye tanımladığı bu olgu, genlerin aktivitelerini kontrol eden bir anahtar gibi...
Yapılan araştırmalara göre canlılar, annelerinin davranışlarının yol açtığı değişimleri, biyolojik olarak ‘hafızalarında’saklıyorlar. Buna en çarpıcı örneklerden biri, 1992 yılında yapılan epidemik bir araştırma. Bu araştırmada 1945 yılında Hollanda’da başgösteren kıtlık sırasında anneleri yeterli beslenmediği için düşük kilolu doğan bebeklerin, 1970 ve 1980’lerde doğan çocuklarında da yine aynı düşük kilo sorunu ile karşılaşıldığı tespit ediliyor.
Yani birkaç ay ya da birkaç yıl süren bir kıtlık, toplumun önemli bir kesimine damgasını vurabilecek genetik bir değişime yol açabiliyor. Diğer bir deyişle, organizmanın içindeki genetik hafıza nesilden nesile aktarılabiliyor.
Yalnız üzerinde durulması gereken bir nokta daha var: Epigenetik değişimler tersine çevrilebiliyor. Örneğin, bebekliğinin ilk yıllarında az ihtimam gösterilen bir çocuk, daha sonra anaç bir anne tarafından evlat edinildiğinde, gelecekteki kaderi olan endişe ve stresten kurtulabiliyor.
DİĞER HABERLER
Türkler Evlilikte Az Çocuk İstiyor!
Yapılan bir araştırmaya göre Türkler, evlilikte eskiye göre çok çocuk istemediği açıklandı.
Gebeliği Engelleyen 5 Önemli Neden
Kısırlık tedavisi gören kadınlarda pek çok faktör başarıyı olumsuz etkileyebiliyor.
“Saçını Evde Boyayanlar; Alerji Riskine Dikkat!”
“Bahar yorgunluğunun sebepleri”
“Engin Altan Düzyatan’ın “Sen De Fark Et” Belgeselinin Lansmanı Gerçekleşti”
“Bu Hafta Vizyona Girecek Filmler”
“Eurovision`u Takip Etmek İçin 5 Tüyo”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32