Doğduğu yıllar; Türkiye nüfusunun 14 milyonu geçmediği, sinema tarihinin ilk sesli filmine kavuştuğu, Fenerbahçe Kulübü’nün 20. yılını kutladığı, Muhsin Ertuğrul’un Darülbedayi’nin başına getirildiği 1927 yılına tesadüf eder. Kilis’te subay bir baba ile öğretmen bir annenin ikinci çocuğu, düzenli hayat sakin bir çocukluğu şart koşmadığından içine yerleşen muzurluğu icra edecek zemin de bulur kendine. Pilotluk hayaliyle tutuştuğu yıllarda maket uçak yapma hevesiyle evdeki cibinlikleri ve ince kumaşları ziyan ettiğinde, annesinin yükselen sesi onu durdurmaya yetmez. Yatak çarşaflarıyla yüksek yerlerden atlama projesini hayata geçirmeye çalışır. Evin ortanca çocuğudur Nejat Uygur. En büyük olmanın ağırbaşlılığıyla en küçük olmanın haylazlığı onda harmanlanıp çok yönlü bir ortanca çocuk kimliği yaratır. Yaramaz ama duyarlı, hınzır ama ne istediğini bilen, umursamaz gözüken ama aile otoritesinin dışına da çıkmayan, belirlenen çizgilere sadık kalma özenini gösteren biridir. Yıllar sonra yetişkin olunmaya başlandığında üç kardeş kendi belirledikleri kulvarda en iyi olmaya doğru uzun bir yol alacaklardır. Öyle ki; kardeşi uzay bilimlerine, ağabeyi beyin cerrahisine yönelip bilimsel araştırmalarla hayata büyük katkılar yapma çabası içine girerken, o da insanlarla birebir temas halinde olacağı, hissiyatlarına şekil verebileceği, duyguları istediği yöne çekebileceği, dramatik boyutu ön planda olan bir meslek grubu içine girip en güler yüzlü olan tarafa kayarak sahnede güldürme yolunu seçer. Böylece ailede bir uzay, bir tıp, bir de duygu bilimcisi olacaktır.
‘AŞK GÜZEL ŞEYDİR’
Önceleri Güzel Sanatlar Akademisi’nin Heykel bölümünde okumaya başlayan fakat kulvarını tiyatro olarak belirleyen Uygur, sahnedeki ilk yıllarında her genç gibi tanınmak isteğindedir ve yolda yürürken bu isteğine karşılık bulmak için insanlarla sürekli göz teması kurar. Hayatına büyük etkisi olacak kişiyle de bir yol boyunda karşılaşır zaten: “Bir gün Büyükdere’den Sarıyer’e doğru yürüyorum, karşıdan köpeğini gezdiren çok güzel bir kız geliyor. Ben de laf attım, ‘O köpeğin yerinde ben olmak isterdim’ diye...” Haliyle çok sinirlenir genç kız ama, karşısındaki öyle içten ve şirin bir üslupla konuşmaktadır ki, birkaç cümlenin ardından yaşadığı heyecana yenik düşüp narin narin gülümser. Sonrasında o dönem gösterimde olan ‘Love Is a Many Splendored’ (Aşk Güzel Şeydir) filminin melodisiyle çaldığı her ıslık, aşık olduğu kızın köpeğiyle sokağa çıkmasını sağlayan bir işaret diline dönüşür. Bu naif buluşmalar uzun yıllar sürecek, Süheyl, Süha, Ahmet, Kemal ve Behzat adlı beş çocuğun dünyaya gelmesini sağlayacaktır. Ve sonrasında torunlarla aile tablosunu genişletecek bir birlikteliğin temeli olarak kalır Necla-Nejat Uygur çiftinin hayatında.
SEYİRCİSİZ KALMAYAN TİYATRO
Turnelerde geçen bir yaşamdır onlarınki. Öyle ki babalarıyla aynı mesleği yapan Süheyl ve Behzat, turnede dünyaya gelirler. Oynanan her oyun gişe başarısını yukarı çekerken tiyatroyu her mekâna taşımak için bütün ekip çabalar. ‘Hastane mi Kestane mi?’ ve ‘Cibali Karakolu’, seyircinin tekrar tekrar oynanmasını istediği oyunlar olurlar. Tiyatroda seyircisine kahkahalar attıran çoğu oyun, özel kanalların yayına başladığı ilk yıllarda beyaz cama taşınıp en çok izlenen programlar haline gelirler. Refik Erduran “Nejat Uygur, dünya çapında sürrealist bir dâhidir” der. Ancak yapılan profesyonel yorumlardan çok, seyircinin ilgisi ve ayaktaki alkışı hep doğru yaptığı hissini besler içinde. Zaten alkışların kendisine yettiğini, enerjisini seyirciden aldığını da her söyleşisinde mutlaka vurgular.
HER MEKÂN BİR SAHNE
Alkışlara kaynaklık eden oyunlar birkaç taneden ibaret değil Nejat Uygur Tiyatrosu kronolojisinde. Halkın nabzını tutmayı iyi başaran Uygur ‘Son Umudum Milli Piyango’da hayatı şans üzerine oturtmaya çalışan insanların aynası olur adeta. Biri sıradan bir halk kişisi, diğeri Osmanlı sarayına dayanan kimliğiyle asaleti simgeleyen iki adamın iletişiminden doğan komedinin temel oluşturduğu ‘Hanedan’da ise zıtlıklardan doğan mizahı aktarır izleyicisine. Kılıktan kılığa girer her yeni oyunda. ‘Minti Minti’de, yaşamaya başladığı evdeki ahaliye kendisini çocuk olarak tanıtmaya (kaba tabiriyle yutturmaya) çalışan akıl hastası rolündedir. Minyon görünümünün de katkısıyla belki, çocuk rolünün altından büyük bir inandırıcılıkla kalkar. O naif bedenin girmediği kılık kalmaz yıllar boyu. Hep güldürse de öyle durumlar vardır ki seyircinin gözünden yaş da damlar oyunun akışı içinde. Örneğin ‘Miğferine Çiçek Eken Asker’de oyun boyunca kahkaha atanların finalde boğazlarına acı bir düğüm yerleşir. Bu durum oyunun dramatik yapısının yaşattığı bir süreçtir. Uygur bazen de olsa seyirciye gelgit yaşatmayı oyunculuk halleri adına çok önemser. Çünkü anlık duygu değişimlerinin insanları kendine getirdiğinin, nispeten gerçeklikten kopmamalarını sağladığının da çok farkındadır. Öyle ki gerçek yaşamda hayata geçirmesi gereken başka sorumlulukları olduğuna da inanır. Tiyatroyu farklı mekânlardaki insanlara ulaştırma çabası da bundandır. Bazen bir okulda bazen de bir cezaevinde sahne yaratır kendine. Sahneyi taşıdığı her mekân onu insanlara daha çok yaklaştırır.
SİNEMA İKİNCİ PLANDA
Sahneyle o kadar meşguldür ki, usta oyuncuyu sinemada görmek pek mümkün olmaz. 70’li yıllarda oynadığı birkaç filmin sonrasında 2004 yılında ‘Vizontele Tuuba’da Hacı Zübeyir ile çıkar seyirci karşısına. Sahnede onu izlerken kahkaha atanlar beyazperde de aynı keyiften mahrum kalmazlar. Bu film, oyuncunun sinema perdesinde daha sık görülebileceği ihtimalini yaratırken, kendisi böyle bir kaygı taşımadığından en son oynadığı ‘Beyaz Melek’filmine kadar tekrar uzak kalır sinemadan. 2007 yapımı, Mahsun Kırmızıgül’ün ilk yönetmenlik denemesi olan ‘Beyaz Melek’te Kore Savaşı’na katılmış bir gaziyi oynar Uygur. Bir açıklamasında: “Bu film benim için çok önemli, senaryoyu çok beğendim ve de oyuncu kadrosunda bulunan arkadaşlarla birlikte olmak çok güzeldi. Bu filmde oynamamı isteyen rejisör zaten benim oğlum gibidir. Onunla çalışmak çok güzeldi…” der.
Sinema dünyasının merakla beklediği ve özellikle müzikleriyle de çok konuşulacak film 16 Kasım’da vizyona girecek.
Filmin galasını heyecanla bekleyen oyuncu Nejat Uygur geçtiğimiz ay rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Sağlık durumu iyiye doğru giden, tiyatro özlemini hastane odasını sahneye çevirip, gelen her ziyaretçiyi oynanan bir oyuna dahil ederek gidermeye çalışan duayen, daha uzun süre herkesi kahkahalara boğacağa benzer. Zaten gönüller de bunu istemektedir en büyük içtenlikle.
Katkılarından dolayı Beşiktaş Kültür Merkezi ve TÜRVAK’a teşekkür ederiz.