MERHABA, BENİM ADIM UMUT
“Başlamak, başarmanın yarısıdır. Başlayan her şey biter, her biten şeyin ardından yeni bir şey başlar… Hayat başlayan, askıda kalan ve biten milyonlarca olay ile seni oyalarken yitirmediğin nadide değerlerinden biri olsun ‘umut’. Tıpkı kızımın adı gibi”
Son sözleriydi çok sevgili babamın. Annem hep bu sözleri milli marşı gibi söyler ve bana ezberletirdi, işte bu yüzden senin adın “Umut” demeyi ihmal etmeden tabi ki.
Beş yaşındayken kaybetmiştim babamı. Çok istemiştim mahallenin çocukları bilyelerimi çaldığında onları azarlamasını, okulda öğretmen bana kızdığında “Hocam, bir dakika bu benim küçük Umut’um, ona iyi davranın.” demesini. Diğer kız çocuklarına benzemek istemiyordum, onlar gibi güçsüz olup kolumu kanattığımda “Anne!” diye zırlamak istemiyordum, kendi kanımı kendim durdurmalıydım. Hep bu yüzden erkeklerle oynadım durdum. ‘Babam olsaydı beni daha çok severdi’ dedim durdum. Ve ne zaman babasının elinden tutan bir çocuk görsem, kin besledim içimde. Bir gün kendimi okulun bahçesinde şu sözleri söylerken bile yakalamıştım: “Keşke, herkesin babası ölse.”
Değerli kıymetlim anneciğime, hem benim hem de hayatın acımasız yükü çok ağır gelmiş, onu da 18 yaşımda babamın yanına uğurlamıştım. Yeryüzünde hakkını ödeyemeyeceğim tek kadındır güzel annem. Babamın yokluğunu bana yansıtmamak için yeri geldiğinde babacılık bile oynardı.
Hayatın sahnesinde tek başıma kalmıştım, yardım alabileceğim tek bir hocam bile kalmamıştı. Oyunculuk yeteneğim yeterli düzeyde olmadığı için sığınamadım hiçbir yakınımın yanına. Yakınlarım en uzaklarımdı çünkü. Anne ve babadan başka yakın bilmedim ki 18 yaşıma kadar. Amcam gelip de bir kez sarılmamıştır bana, keza teyzem tutmamıştır bukle bukle saçlarımı.
Daha bir acımasızlık yüklenmişti kalbime, hayat bu kadar iyi iki insanı benden alıp götürdüğüne göre bana karşı hain planlar içindeydi. Sadece bekliyordum bana sunacaklarını.
Her uyandığım sabah bir öncekinden daha zor oluyordu. Gözlerimi açıp bir an önce önümde beni bekleyen kocaman günü yaşamak isteyen bir “umut” vardı içimde. Fakat bu umudu kırmak için hayat her şeyi ardı ardına önüme çıkarıyordu. Haksızlık sayılacak biçimde sığınaklarımı çalmıştı önce benden, hemen ardından bu kez olur deyip sarıldım derslerime; ama olmadı. Her “Bu kez olacak!” deyip umutlanarak çalışmalarım hüsranla sonuçlandı. Bir şeyler eksikti; eksik olanı bulmak, saklandığı yerden çıkarıp tamamlamak benim işimdi ama elimi hayatın yastığının altına sokamıyordum bir türlü. Ya o yastığın altından daha acı gerçekler çıkarsa diye korkuyordum.
Bir gün ‘O’nu gördüm. Herkesten daha farklıydı. Bunca yaşadığım zorluktan sonra kalbimin ilk kez hafiflediğini hissettim o masum yüzüne bakarken. İçimdeki derin acı, derin bir sevinç törenine dönüşüyordu. Anlam veremediğim şekilde titriyordu bacaklarım, yanaklarım al al oluyordu, hissedebiliyordum. Çoğu zaman ona bakınca değişen bu ritimlerim anlaşılmasın diye köşe bucak kaçtım onun olduğu her yerden. Her yerden kaçabiliyordum ama içimin şenliğinden nasıl kaçacaktım? Annem bana, bunu öğretemeden ayrılmıştı yanımdan. Her gece yatağıma uzanıp da onu “umut” etmek, onun benim olabileceğini beklemek, sadece “onu” dilemek, sessiz sedasız ağlamak daha da yormaz mıydı beni? Nerden çıkmıştı bu karnıma ağrılar saplayan ve biz insanların adına “aşk” dediğimiz dürtü? Ona mı aşıktım yoksa onla kurduğum umut dolu hayal dünyama mı?
Umuttan yarattığım anne ve babam vardı benim, her gece yatağıma uzanırken kocaman öpücüklerle uyutulduğum… Umuttan yarattığım akrabalarım vardı benim, küçükken belki uçar diye umutlanarak yaptığım kağıttan uçaklarım gibi bana geri dönmeyen… Umuttan yarattığım başarılarım vardı benim, herkesin sırtımı sıvazyalarak “Bakın Umut başardı.” demelerini sağlayacak kadar hayali olan… Umuttan bir hayatım vardı benim, aldığım her nefeste belki bugün dünden daha güzel olur diyerek beklediğim...
Peki bunca umuttan zenginliğim varken neden “umut”tan bir sevdiğim yoktu?
Bir gün kütüphanede aşk romanlarının olduğu rafın önünde anlamsızca kitapların yırtılan yüzlerine bakarken onu gördüm rafların arasında. Bu gözleri nerde görsem tanırdım, bana bu kadar sıcak bakmaları imkansızdı. Umut edemeyeceğim kadar güzel bakmaktaydılar bana. Derken kayboldu. “Ne kadar gerçek yaşamaya başladım hayallerimi” dediğim anda yanımda bitmişti. Konuşamadık, sadece baktık birbirimize. Sadece bakışlarla geçen 15 dakikanın ardından birilerinin bir şey yapması gerektiği aklımıza gelmiş olacaktı ki; ellerini uzattı bana. Dünyada duyabileceğim en güzel ses tonu ile selamladı beni.
-Merhaba, benim adım Umut!
Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net
SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER