KADINLIĞIMIN EN BELEŞ HALİ..
Adı Bahar, mahalleden… Hayal arkadaşım… Daha biz küçücükken teras katımızdaki minik odamda oturur geleceğimize dair hayaller kurardık. Ya ben çok gerçek üstüydüm o yaşlarda ya da o çok tek düzeydi; belki de sadece yaşının gerektirdiklerini yaşıyordu. Bütün hayallerinin başlangıcı da, bitişi de hep aynı oluyordu. Aradaki gelişmeler de yine aynı kişi üzerinde odaklanmıştı. Tek bir hayali vardı anlayacağınız; sevdiği adam Özgür ile evlenmek.
Dönüp bana “Eee Dilay’cım, sen ne istiyorsun hayattan?” demesi sinirlerimi yorardı. Çünkü benim istediklerim tek cümleden oluşmuyordu. Bu yüzden Tanrı’nın kul listesinde adımın yanında ‘aç gözlü’ ibaresi olduğunu düşünürdüm hep. İşimden başlar, evlerimi tarif eder, arabalarımdan söz eder, çıktığım yurt dışı gezilerini anlatır, sosyal yaşantımı aktarırdım. Ama öyle böyle anlatma değil; hayalimin içerisinde yaşayarak, hissederek ve hissettirerek... Bunu fark eden Bahar her anlatışım bittiğinde kocaman gözleri dehşete kapılmış bir şekilde bana bakar ve nazlı nazlı “Aşkı nereye koydun Dilay’cım? Hiç duymadım aşk kelimesini!” derdi.
Ne kadar da haklıydı Bahar! Aşkı nereye koymuştum ben?...
Ve üzerinden tam 23 yıl geçmişken o sevdiği Özgür’ü ile evli bir kadın,(annemden duymuştum evlendiğini) bense hayallerine kavuşmuş herkesin gıpta ile baktığı bir kadın…
…
Yağmurlu bir Aralık akşamında Bahar ile Beyoğlu Pasajı’nda tesadüf ettik. Çok şaşırmıştım, çünkü beklediğim gibi bulmamıştım onu. Hep iki kişi hayal ederken, Bahar sadece Bahar olarak karşımdaydı ve yanında Özgür yoktu. Birbirimizi yıllardır görmediğimiz için baştan sona, ince ince süzdük. Bakışlarımızda özlem olduğu kadar hafif merak ve kıskançlık da yok değildi hani…
Bir kafeye geçtik ve yine geriye kalan hayatlarımızın geleceği ile ilgili hayallerimizden bahsettik. Yıllar geçmesine ve azıcık da pişman olmama rağmen anlattıklarım yine maddiyata dayalıydı, egolarımı tatmin edecek hayallerle bezeliydi zihnim. Ama nasıl olduysa bu kez erkekler de girmeyi başarmıştı.
Bahar sevinçle; “Eee evlilik ne zaman?” dedi. Bu kız evlenmekten başka bir şey bilmez mi diye sordum kendime.
Onun hayali ise bu kez; güzel bir kız çocuğuna sahip olmaktı. Kız olursa böyle, şöyle şeyler yapacağım diye konuştu durdu. O anlattıkça ruhumun ağırlaştığını hissettim ve saatime bakıp; “Hay Allah, bir çekim vardı nasıl da unuttum gördün mü? Eee insan arkadaşını yıllardır görmeyince pek çok şeyi unutabiliyor. ” diyerek apar topar, alıp kendimi uzaklaştım enkaz alanından.
Yolda hızlı adımlarla yürümeye çalışırken farkına varabilmiştim; bedenim ne kadar ağır geliyordu bacaklarıma. Yığılıp kalmaktan korkmuştum. Hızlıca arabama doğru ilerlemeye çalıştım. Nihayet arabamı görmüş koşar adımlarla yaklaşmıştım ona. Hani yaralılar ambulansın geldiğini gördüğünde kendini kurtulacak sanır ya, ben de arabamı gördüğümde aynı duygu yoğunluğunu yaşıyordum. Tam kontağı çeviriyordum ki birden durdum… Anlamsızca gözüm uzaklara daldı. Birbiri ile ilişkisi olmayan adamların yüzleri geçti film şeridi gibi gözlerimin önünden. Omuzlarım düşmüş, ağrıyan sırtımı koltuğa yaslamış ve hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım.
Yıllarca içimde biriktirdiğim ama kendime bile itiraf edemediğim gerçeğim şu an tam karşımda duruyordu. Aşksız geçen hayat ne kadar gerçekti ki? Bu zamana kadar kim menfaati dışında yanımda oldu? Kim tenime gerçekten aşık olduğu için dokundu? Benimle yatan kalkan, kalkan yatan adamlar sevdikleri için mi yaptılar sanki bunu? Nerede kaybetmiştim bedenimin içinde bir yerlerde olduğunu bildiğim kalbimi? Neden kimse beni sevmemiş, ben neden tam sevmek üzereyken kimseye inanmamayı seçip koşar adımlarla kaçmıştım? Aşkı, sevgiyi neden bağlanma sanmış, hayatımın işte o zaman son bulacağını düşünmüştüm? Neden hayat; arabalardan, çapkınlıklardan, partilerden, işten ibaret sanmıştım?
Hafızamı zorlayarak ilk aşkımı anımsamak istedim, ihtiyacım vardı buna… Lisedeydim sanırım… Dokunuşlarımız çocukluğumuzun verdiği beceriksizlik ile ne kadar da masumdu, hele ilk öpücüğümüz. Yüzümüzün kızarması, ellerimizin titremesi, minicik yüreklerimizin pır pır etmesi... Hatta anımsamak bile kalbimin yeniden kelebek gibi çarpmasına neden olmuştu.
Sonra diğer erkeğimi düşündüm. İlk aşkımın acısını unutmak için hayatıma girmesine izin verdiğim ikinci erkeğimi… Afallamıştı bedenim bu yenilik karşısında. Alışma süresinden sonra yaşananlar biraz da tanıdık gelmişti. Hatta bitişler bile… Ardından 3., 4., 5. derken ipin ucunu kaçırdığım diğer erkekler. Hemen hepsinde neler yaşanılacağı ortadaydı. Beni yatağa atmak için aldıkları sürpriz dolu elma şekerlerini tanıyordum artık… Oynayacağımız aşk oyunlarını bu yüzden sıkıcı hale getiriyordum.
Bazen de inatla bu kez farklı olacak diye başladığım ilişkilerimde de elimden geleni, elimizden geleni yapmamıza rağmen her şey aynı formata giriyordu bir yerde. Değişen tek şey erkek oyunculardı. Tanışmalar, tartışmalar, yatmalar, koklaşmalar… Bu bedensel ve dürtüsel faaliyetler sadece karşımdaki farklı bir adam olduğu için birazcık merak uyandırıyordu.
Düşünüyordum da şimdi gözümden akan sayısını bile bilmediğim yaşlarımla… Ben aşka inanmadığım, onu oyun sandığım için bu durumdaydım. İnanmadım ne aşka, ne de aşkı getirene… Bahar’dan farkım buydu. O bir erkekle yaşıyordu tüm heyecanlarını. Daha önce başka bir erkekte görmediği için bu yaşadıkları ve yaşayacağı her şey onun için yeniydi ve doyurucuydu. Oysa ben, bolluk içerisinde hep aç kalandım. Saçımın telleri şefkat ile okşanmaktan değil terlemekten alırdı hep nasibini…
Birbiri ardına gelen erkeklerle yaşadığım şeyler sadece ruhumu kaşarlaştırmıştı ve kaşarla aramızda bir fark vardı; o zamanla değerlenip pahalıya satılırken benim duygularım beleşe gidiyordu.
KalembitiJeyn.
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net
SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER