[mp3]http://www.cosmomutfak.com/Karuan--nothing_is_over.mp3[/mp3]
DİPNOT
Ne için, ne kadar kavga edersiniz? Neye inanır, ne için savaşırsınız?
Eğer bu sorulardan bir tanesine “aşk” cevabını verdiyseniz yazımı okuyabilecek olgun okuyucu kıvamındasınız demektir. Haydi buyurun şöyle; gözleriniz şenlensin, kalbiniz hüzünlensin.
………………………………………….
“Hiçbir erkek durumu kurtarmak için öylesine şeyler söylemez…”
Bağırıyordu Holly. Tartışmaları çok şiddetliydi, ilişkilerinin büyüklüğü gibi. Kolay tartışıp kolay birleşen bir çifttiler, kavga yaşam stilleri haline gelmişti. Kelimeleri her seferinde ustaca kullanıp anlamak istediklerini anlarlar hatta birbirlerine hakarete varan sözler söylerlerdi. Tartışmanın sonunda kapıyı çarparak giden Gerry olurdu. Kapıyı çarparak gittiği gibi açmasını da bilir ve kadınının gönlünü alırdı. Farkındalardı kendilerini sarıp sarmalayan aşkın ne denli büyük olduğunun. Holly, her ne kadar yaşadığı hayattan şikayetçi de olsa sahip olduğu adamın yeryüzündeki en harika erkek olduğunu bilir ve tüm hırçınlığına rağmen ona tapardı.
………
“İlk merhaba”mızı anımsadın mı sevgili? Ufak bir tebessümün yetmişti hayat mücadelesinde gücü biten, yorgun omuzlarımı yeniden kaldırmaya. Bir sözün yeterdi beni hayata bağlamak için, herkesin okuduğu günler süren fermanlar kıskandırdı güzel ağzından çıkan kelimeleri. Uzak diyarlardan geldiğini düşünürdüm, kimsenin sen gibi güzel bakamadığı şu dünyada buraya ait olamazdın sen. Dokunmaktan korktuğum fakat dokunmanın kutsal olduğunu bildiğim bir Tanrı gibiydin. Alınırdı Tanrı, sana taparcasına baktığımda.
Geceleri konuşurdum onunla. Seni hayatıma getirdiği için içten teşekkürlerimi ayin şeklinde sunardım. Bir gece ummadığım bir anda ummadığım bir şey dedi bana. “Tapmasını biliyorsan yıkmasını da bil! O sadece senin yarattığın bir Tanrı! İzin verme, nefes alan her hücreni sarmasına!”
Dip Not: Yaşadığın sürece acı da olsa cayma aşktan.
Tanrı bile kendi içinde ikilemler yaşıyordu. İzin verme; ama acı da olsa cayma. Eğer aşka izin verir de onu buyur edersem, kapıdan girmeye çalışan “kötü komşu acı” onu geçer yuvamın en güzel odasına oturur. Ama ne umurumda, saniyelik mutluluklar için bir ömür yanmaya razı yuvamın en güzel odası.
Yine seni düşlediğim o ayin gecelerinden birinde Tanrı’ya bir soru sordum. “Ne zaman benim olacak?” Ses yok. Bir deneme daha: “Ne zaman benim olacak?” Ses yok.
Sorumla baş başa kalmış neden cevap alamadığımı anlamaya çalışmamıştım. Herhalde başka sorunlarla ilgileniyor diye sorumu aklımın sınırlarından uzaklaştırmıştım. Her şeyi başarı ile aklında koordine eden ben bir tek sana sabit bir yer bulamamıştım.
Bir sabah, ummadığım bir sabahın köründe aynı metroda karşılaşmıştık seninle. O güzel tebessümünün yanında gökyüzünün en güzel yıldızı sönük kalıyordu.
“Merhaba Sibel.”
“Merhaba Serdar” (bendeki adın aşk)
“Uzunca bir zamandır seninle konuşmak istediklerim var, bugün öğle arasında konuşabilir miyiz?”
Eh be kalp bir dur yerinde, senin ritmin yüzünden adamın sözlerini duyamıyorum.
“Neden olmasın?”
“ Anlaştık, bu öğlen.”
Tahmin edersin ki, bitip tükenmek bilmeyen saatler o andan itibaren benimleydi. Yıllardır seni uzaktan seven ben şimdi sadece birkaç saate yenik düşmüştüm.
Ve nihayet o an geldiğinde söylediklerin karşısında şaşkınlıklar içerisindeydim.
Sen de beni seviyordun. Evet, evet bunu söylüyordun bana. “Seni Seviyorum” diyordun.
Her şey aslında bu cümleyi telaffuz edişimizle başladı. Hayatlarımız birbirine karışmaya, her arkadaşımıza dostumuza birbirimizi tanıtmaya başlıyorduk. Aileden oluyorduk yavaş yavaş. Mutlulukların yanında alengirli tartışmalarımız da oluyordu. Varsın olsun, ardından ateşli sevişmeler bizi bekliyordu. Bazen acaba daha da iyi sevişmek için mi kavga ediyoruz diye sorardım sana.
Derken batmaya başladı söylediğin her kelime, her bayan arkadaşın, her dışarıya çıkışın. Her şeyin… Ve derken en son noktada sen… Nasıl olur da aşık olduğum adamın hal ve hareketleri bana bu kadar batardı? Aşk değil miydi yoksa benimkisi? Bunu, onunla deneyince mi anlamalıydım?
Kavga ettiğimiz yatağa yalnız uzandığım o gecelerden birinde uzunca bir zamandır duymadığım ses yine çınladı kulaklarımda.
“Tanrı, her şeyi yaratır ama kulun aşkına karışmaz. Kul onu kendi inşa eder, kendi kurgular. Kader dediğiniz kendi oyunlarınız. Kendi yarattığınız heykelciğe taparsınız, elinizden düşürmezsiniz. Gün gelir o heykelciğin arkasındaki ufak bir kırığı görürsünüz, aklınız yaratamadığınız diğer heykelcikte kalır ve ummadığınız bir anda elinizdeki heykelciği atarsınız. Oysa ki o heykelcik ne zaman benim olacak diye hep beklemiştiniz, bana hep sorular sormuştunuz. Benim olsa ona öyle iyi bakar böyle iyi bakardım dediniz durdunuz. Düşündüm de benim kurallarım aşkınız kadar karmaşık değil. Tanrı bile korkar aşk konularından, kulunu hep yalnız bırakır. İşte bu nedenledir hep aşkınız bitince duyarsınız sesimi.”
………………………………………………………………….
Uykuya dalmış halimden Holly’nin hıçkırıkları sayesinde kurtulmuştum. Ps I Love You’ yu izlerken bu ikinci dalışımdı. Ve iki dalışımdan da aynı sahneleri anımsadığım için şişmiş bir halde uyanıyordum. Geçmişim, bir bir rüyama giriyordu.
Odama baktım, karanlıktı en az içimdeki duygularım gibi. Oysa bir zamanlar içimde ne aşklar vardı, esas aşktan kopyala yapıştır yaparak aydınlattığım aşkçıklarımla beraber yaşayan. Tapınaklar kurduğum, benim olduğunu sandığım.
Ve yine o ses…
“Dipnotu eklemeyi unutmuşum, Yaşadığın sürece acı da olsa cayma aşktan.”
Serpil Şahin
serpil5sahin@gmail.com
www.serpilsahin.net
SERPİL ŞAHİN
YAZARA E-POSTA GÖNDER