Bir masalla başlayalım… Uyandıracağım sonra merak etme! Bir zamanlar “Kış” varmış. Ekim ayından haberdar edermiş herkesi “heheytt ben geliyorum” diye. Geldi mi gitmek bilmezmiş Mart, Nisan aylarına kadar. En hırçın halini gösterirmiş herkese. Canı sıkıldı mı eser, üzüldüğü zaman yağar, canı istemediği zaman da buz tutarmış. Ama çocuklar pek severmiş kışı, çünkü sık sık kar gönderirmiş onlara eğlensinler diye. Hatta arada kıyak geçer, okulları bile tatil ettirecek kadar çok yağdırırmış karını. Bir de “Yaz” varmış tabi. Nisan ayı geldi mi güneşiyle ısıtmaya başlar, gün geçtikçe yavaş yavaş kızgınlaşırmış. Mayıs ayı sonunda denize bile girebilirmiş insanlar onun sıcaklığı sayesinde. Bütün güzelliklerini dolu dolu yaşatırmış 4-5 ay boyunca. Yaza ve kışa baharları eşlik eder, hiç bırakmazlarmış ellerini. Günler akıp gider, kışlar yazı; yazlar da kışları kovalarmış…
Sonra ne olduysa olmuş işte…
“Pikniğe gidelim mi hafta sonu? İyi de yağmur bastırırsa yine, soğuk olur mu ki hava, bilemedim en iyisi bekleyelim biraz daha ısınsın havalar. Başka zaman gideriz pikniğe.”
“Şu bulut az önce beyaz değil miydi? Ne oldu da durup dururken gri oluverdi?”
“Hafta sonu brunch yapalım şöyle arkadaşlarla çayır çimende. İyi de bakarsın soğuk olur hava. Dur en iyisi şimdiden plan yapmayalım, o gün gelsin, o gün karar verelim.”
“ Sessizdi her yer bu gök gürültüsü de ne? Peki ya bulutun arasından sızmaya çalışan güneşe ne demeli?”
“ Eskiden Aralık’ta kar yağardı bizim buralara. Şimdi sadece ıslak toprak kokusu geliyor burnuma kışları.”
“Şu ilerideki çamur da neyin nesi? Anlaşılan yine bir anda bardaktan boşalırcasına yağmur bastırdı, aaa baksana arabalar da kalıvermiş alt geçitte ; e az önce her yer günlük güneşlikti ama?”
“ Erken rezervasyon mu yaptırsak yaz için? İyi de hangi ayda denize girebiliriz ki acaba? Temmuz’a kadar yaz gelir mi ki?”
“ Yılbaşında kutuplarda mı olsak ne, yok kar bir tek orada yağar herhalde de ondan dedim.”
“ Anneee bu kış kardan adamı ne zaman yaparız?”
“ Ufff bugün de ne kadar nemli bir hava var, yapış yapış oldum yine. Gölgede bile 40 derece diyorlar ama yok bence az bile söylüyorlar”
…
Ne diyeyim ki başka? Sıkıldım bu dengesiz havalardan o kadar. Mevsimlerimi geri istiyorum ben. İlkbaharın çiçek kokusunu içime çekmeyi, yazın doya doya denize girmeyi, sonbaharda deprik de olsak yağan yağmura bakarak kahve içerken bol bol klasik müzik dinlemeyi, kış gelince de kara bata çıka yürümeyi... Böyle giderse hangi ay hangi mevsime denk geliyor onu bile unuturuz yakında. İşte tam bunu düşündüğüm sırada böyle bir yazı yazasım geldi. Kurgulamadım, düzeltmedim, silmedim, içimden ne geldiyse o an onu yazdım ve bu yazı çıktı ortaya. Sabah güneşli bir güne uyandım,oh be dedim, içime güneş doğdu. Sonra gri bulutlar keyfimi kaçırdı bir anda. Baharı özledim diye geçirdim içimden yağan yağmura bakarak. Neyse ki yağmur yağarken vadi manzarası vardı karşımda da yağmur bir şeye benzedi. Yol kenarında taksi bekliyor da olabilirdim o an…(Bu da küçük tesellim işte. TeSELlim dedim de “sel” geldi bak yine aklıma. Yok daha fazla uzatmayayım, bir de sel olayına girmeyeyim. Ben bu yazımı burada bitireyim! Haydi kaçıyorum ben şimdilik...)
SEMNAL GÖKMEN
YAZARA E-POSTA GÖNDER