Harika bir Pazar sabahı. Uykumu da öyle güzel almışım ki. Yine de puf puf bembeyaz yastıklarına başımı koyduğum yatağımdan hala kalkasım yok. Tek gözüm hafif aralanıyor. Güneş perdenin kenarından odaya sızma telaşında. Tek gözüm kapalı saate uzanıyor elim. Bir deneme, iki deneme… saati bulayım derken kapı çalıyor. Yine heyecanlanıyorum…
Parmak uçlarımda yükseliyorum kapının deliğinden bakmak için. Elinde çıtır çıtır simitleriyle kapıda işte. Bana sürpriz yapmış yine… Elimle saçımı düzeltiyorum. Bir yandan terliğimin tekini ararken, bir yandan da gözlerimdeki çapakları ovuşturmaya çalışıyorum. Sonra aceleyle sabahlığımı arıyorum, güneş daha da aydınlatıyor odayı seçemiyorum…Kapı bir kez daha çalıyor…
Heyecanla kapıya koşarken, sakinmişim gibi bir izlenim vermeye çalışsam da yapamıyorum. Hayatımın bir parçası oldu onun sürprizleri diye geçiriyorum içimden heyecanla. Fazla da alıştırmasın ama beni sürprizlerine, en ufak bir boşlukta, keyfim birazcık olsun kaçtığında, televizyondaki kanalları üçer defa baştan sona gezdikten sonra…Aklıma geliveriyor keşke sürprizlerinden birini yapsa yine diye . Beklentiye giriyorum, bu beklentiyle yaşıyorum… Olmayınca da kaşlarım hafif hafif aşağıya düşüyor günün ilerleyen saatlerinde. Kulağım kapıda, elim telefonda, gözlerim de pencerede onu arıyor sürekli. Gelen geçeni ona benzetiyor, çalan her telefonu o sanıyorum. Başka birinin sesini duyduğumda da keyfim kaçıyor. “Bir şeyin mi var senin” diye soruyor bu sefer karşımdaki ses. “Yok” diyorum “yorgunum biraz”. Halbuki “ cin gibiyim, ne yorgunu! Ama ben onu bekliyordum senin yerine” de diyemiyorum ki keyifli rolü yapmak için uğraşırken. Sonra düşünüyorum; alıştırmasa mı acaba beni bu kadar kendine, yapmasa mı sürpriz de…
Heyecanımı gizlemeye çalışarak açıyorum kapıyı. Elindeki poşeti uzatıyor bana doğru “kahvaltı yapmamıştın daha değil mi? Bak sana çıtır çıtır simit aldım, hem o sevdiğin kurabiyelerden de varmış bugün.” Gözlerim nasıl da parlıyor o saniye.
“İçeri davet etmeyecek misin yoksa ben mi gireyim sen davet etmeden?”
“Yok sevinçten benimkisi, aman kendi evin sayılır gelsene içeri” –ne dedim ben, kendi evin mi sayılır – Hayatımın tamamını neredeyse onun düşüncesi kaplarken, “kendi evin” lafı azdı belki de. Ben öyle der demez bu sefer de onun gözleri parladı. İçeri doğru adım atar atmaz, hemen kokusu sardı evi o sımsıcak simitlerin.
“Daha çay koymamıştım ben, ama hemen yaparım. Bak o sevdiğin peynirden de almıştım dün, simitle ne de iyi gider. Şey yani ne bileyim belki Pazar günü yine gelir diye geçirdim de içimden. Pek sevmiyorsun biliyorum ama cherry domates var, yemezsen ben yerim hepsini merak etme sen. Hava da nasıl güzel şansımıza, gel terasta yapalım kahvaltımızı. Gerçi kuşlar pisletmiş biraz ama olsun onun da keyfi var. Hangi bardakta içersin bugün? Tamam kızma, ince belli olacak, büyük bardakta tadını alamıyorsun çayın. Geçen hafta annem çilek reçeli yapıp göndermiş, of öyle güzel olmuş ki, Pazar kahvaltısında da ne iyi gider. Aaa! Sen beni dinlemiyor musun yoksa? Heey nerdesin sen? Kaç dakikadır kendi kendime mi konuşuyorum ben şimdi? Nerdesin ya?”
Ondan ses gelmeyince çayı demleyip, terasa koşuyorum hemen. Masada pembe, mor, sarı; renk renk çiçekler… Kalakalıyorum yine...
“Bu kadar sürpriz de fazla ama bana. Alıştırma bak, tamam tamam of nasıl bir şeysin sen ya?”
Kucaklıyor beni oracıkta,
“Sana az bile, sen karşıma çıkıp sürpriz yaptın ya, bırak da gerisini ben düşüneyim."...
SEMNAL GÖKMEN
YAZARA E-POSTA GÖNDER