Az gittik, uz gittik, iz gittik, üz gittik, öz gittik, gide gide bittik ama biz yine de gittik…
Sık sık tatil olsun, gezelim de gezelim; görelim de görelim…
Tarih sevmem benama, yıkık dökük sütunları gezmek zorunda kalmayalım!
Hele birilerine bağımlı kalarak gezmek mi? Yok kalsın!
Otobüs yolculuğu kısmen sıkıcı! Uçak da çok uzun sürmesin ama!
Hele yazın yağmur yağsın, soğuk olsun hiç hazetmem!
İnsan dinlenmeli mitatilde, gezmeli mi karar veremedim!
Yok yok, tatilin her türlüsünün başımın üstünde yeri var ne demek…
İşlerim azalmıştı yazın; haydi değerlendirelim bunu. Zaten on dokuz yıldızlı otellere git git bir yere kadar, bu sefer yine bir değişiklik yapalım bakalım başımıza neler gelecek...
Mesela Orta Avrupa’yı baştan sona gezelim. İyi de otobüs yolculukları sıkmasın? Yok yok sıkmaz, yollardaki modern köy evlerini izlemek öyle bir keyif verir ki, fotoğraf çeke çeke gideriz...On beş, yirmi dakika uyuklar, bir şeyler yazar, çizer, iki şarkı dinler, destinasyondaki ülkeye varmış oluruz zaten. Hem sınır da yok; pasaport kontrolü falan ... Elini kolunu sallaya sallaya gidiyorsun istediğin ülkeye. Ne güzel işte, temizlik, düzen, saygı ne demek bir daha hatırlarsın fena mı? Yaya geçitlerine daha gelmeden araçlar seni 20 metre öteden görüp de frene basınca, kendini önemli bir şahsiyet gibi hissedersin mesela bir haftalığına da olsa...Kulakların korna sesiyle aşınmaz; otit mi oldum demezsin akşam yastığa baş koyunca! Yerlerde çöp göremezsin, miden bulanmaz. Tamam insanlar biraz yabani olabilir, kendi insanını özlersin belki ama özlediğini unutursun nasılsa ikinci dakikada fotoğrafını çekerken bir faytonun. Restoranlarda oturup yemek yemek keyif vermeyebilir; çatalı, bıçağı önüne atar garsonlar. Bahşiş vermem ben de sana dersin restleşircesine ama bir bakmışsın ki hesapta zaten önceden geçirmişler sana bahşişi. Olsun ... Etraftaki bir iki heykele, tarih kokan binalara bakarsın keyfin yerine gelir. İyi de ben “tarih” sevmem ki, neden keyfim yerine geldi şimdi? Gelir gelir, tarih olsun, coğrafya olsun, hatta kimya olsun onu bile seversin sen bu yaştan sonra. Medeniyetin kokusu içine işler sanki yolda yürürken, sana her şeyi sevdirir.
Mağazalarda orjinal şeyler ararsın, bulamasan da ne varsa alırsın. Sonra onları gezerken amele gibi taşırsın. Ama akıllanırsın, ertesi gün bir başka ülkede gezerken, aldıklarını koymak için yanına küçük bavulunu da alırsın.Kilometrelerce yürürken, bir de onu sürüklersin kaldırımlarda. Çok pahalı gelir önce her şey. Aman gelmişim buralara kadar, ne olacak dersin, pazarlık bile yapmadan bavula atarsın.
Arada bir yağmur başlar, en yakın mağazadan bir şemsiye satın alır, yağmur durunca onu da bavula atarsın. Ayakların şişer gezmekten... Hesaplarsın kaç saattir yürüyorum acaba diye. Kendi ülkende olsa asla bu kadar gezmezsin bir günde ama havası mı cezbeder ne, daha sabahın altısında dikilirsin resepsiyonda.Gezerken durur durur fotoğraf çeker, kendin çekilmekten yorulunca da orayı burayı çekmeye başlarsın. Tabelanın, tostun, arabanın, parktaki bankın fotoğrafını bile çekmek keyif verir sana. Yaz sıcağı ya, arada susarsın, susayınca da küçücük suya iki yuro vermek öyle bir koyar ki, ama ona bile aldırmaz, koy anam koy suyundan da dersin…
Gecesini ayrı sever, gündüzünde ayrı gezer, yemeğini ağzını şapırdatarak yersin…Bir fincan kahveyi yudumlarken, nerede benim törkiş kafem der, ama kahvenin üstüne de kocaman ecnebi çikolatasını yemek iyi gider…
Uçak havalanırken, bir sonraki tatilde nerelere gitsek diye planlar yapılmaya başlanır; pilot anons yaparken, kabarık saçlı süper mario kılıklı hostespiri konusu olup, diline dolanır…
Uçarsın, uçarsın… Ve işte finally, “velkamebord” pumpupthejam … :)
SEMNAL GÖKMEN
YAZARA E-POSTA GÖNDER