Bu yazımı anneler gününde yollayacaktım ama olmadı işte. Olsun anneler, anneanneler zaten hep bizim canımız değil mi? 1 ay geç oluversin ne olacak, hem zamanla yarışmıyor muyuz? Kim yetişebiliyor ki ona?
Herhalde çoğu insan, annesinden bile çok seviyordur anneannesini. Anne kızabilir, zorla yemek yedirmek isteyebilir, istediğiniz bir şeyi almayabilir ya da ne bileyim çocuk halinizle sizi kızdırabilir. Ama anneanne öyle değildir. Sizi şımartır, hediyeler alır, masallar anlatır, güzel, lezzetli yemekler yapar, her şeye izin verir, evini başına yıksanız bile güler geçer o nur yüzüyle …
Ben küçükken, “Acaba anneannem Allahbaba’nınyolladığı bir melek olabilir mi?”diye düşünürdüm hep. Melek gibiydi çünkü. Herkese iyilik yapardı, hiç kızmazdı, hep gülümserdi, herkesi doyururdu. Evinin kapısı hep açık olurdu, gelen giden insanların ağızlarına ne pişirdiyse bir lokma koyar, öyle yollardı kapısının önünden. Nasıl düşünmeyeyim şimdi ben onun kutsal bir insan olmadığını çocuk aklımla.
Hiç makyaj yapmazdı, saç boyası nedir bilmezdi ama yüzü pamuk gibi bembeyaz, kıpkırmızıydı yanakları. Yüzünde kırışık yoktu, mis gibi gül kokardı teni.
Ona gittiğimde, komşu çocuklarıyla evcilik oynamak için, elbiselerini, ayakkabılarını, çantalarını isterdim ondan. Ne istesem verirdi, “hayır” demezdi hiçbir şeye. Ayakkabısının topuğunu kırıp, geri götürsem de güler geçerdi, ben üzülsem de kırdığıma…
Hayatımın ilk serveti de onun sayesinde olmuştu. Bol bol harçlık verirdi, parası pek bereketliydi. Biriktirir biriktirir bir şeyler aldırırdım o paralarla.
Hafta sonları onda kalmak ne büyük bir zevkti. Öyle güzel kahvaltılar hazırlardı ki, nasıl da yerdik o tereyağ kokulu çedarlı ekmekleri… Hala kadınbudu köfteyi onun kadar güzel yapan birini daha görememişimdir, tadı damağımda yaşarım.
Sonra hastalandı. Hastanede yattı, iyileşti eve geldi. Yine hastalandı, yine hastanede yattı. Bir anda terk etti gitti bizi. Ona doyamadan bıraktı gitti. Arkasından “Hayatta olsa böyle olmazdı.”diye düşündüğüm günler çok oldu. Keşke şimdi o da yanımda olsaydı da ayakkabılarını yine saklasaydım hiç gitmesin diye, hem bu sefer ne kadar dil dökerse döksün ayakkabıların yerini asla söylemezdim…
SEMNAL GÖKMEN
YAZARA E-POSTA GÖNDER