Yakında yeni çıkacak olan ‘Kod Adı Kıskançlık’ adlı kitapta da bugünkü yazının başlığıyla ilgili bölümlere denk geleceksiniz. Ancak, bana ayrılan bu köşedeki yazı bugün sizlerle dertleşme tadında olsun istedim…
Kimi zaman bazı insanlar, psikoterapist olduğunuzda sizin bazı duyguları hissetme hakkınız yokmuş gibi düşünüyorlar. Ben ise, bu düşüncenin çok anlamsız olduğu görüşündeyim. Nitekim bir psikoterapist, her türlü duyguya sahiptir. Belki de sıradan bir insandan daha fazla. Aksi takdirde çok zor anlar karşısındakini. Ama psikoterapist olmak; ne yazık ki bizim toplumuzda, sınırsız hoşgörü göstermekle eşdeğer gibi algılanıyor. İşte böyle düşünenlere bunun böyle olmadığını anlatmak istiyorum. Özellikle birazda isminiz duyulmaya başladığında insanlar size öyle anlamlar yüklemeye başlıyorlar ki, şaşıp kalıyorsunuz…
Bu duruma yol açan, belki de ‘kıskançlık’ duygusu ya da düzeltiyorum ‘haset’ duygusu…
Kıskançlık Ve Haset Arasındaki Fark:
Kıskançlık; elindeki değerli bir duyguyu ya da insanı kaybetme endişesi olarak tanımlanabilir. Haset ise; sahip olmadığı bir duygu ya da kişiye dönük yıkıcı kıskançlık olarak tanımlanabilir. Haset, oldukça tehlikelidir. İnsanı çok aşağı çeker. Farkına varmadan, karşı tarafa hasetlik ederken, kendinize ait değerlerden bile mahrum eder. Bu duygu ile yaşamını sürdüren kişilerin kayıplarının büyük olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanın içinde ‘melek’ ve ‘şeytan’ adeta yan yanadır. Haset duygusu şeytan tarafınızı besleyen ve insanı belki de en aciz noktalara sürükleyen bir duygudur. Siz, siz olun hiçbir şey ve hiç kimseye haset etmeyin. Hasetlik duygusunun sizi düşüreceği acizlik çoğu zaman sizi yaşamda tahmin bile edemeyeceğiniz derinliklerde bir bataklığa sürükler. Bu tür insanlar genelde içlerinde şöyle bir düşünceye sahiptirler. En azından bilinç altında; ‘Bende yoksa onda da olmasın, onda olana ancak ben sahipsem onda olsun’. Bu kimi zaman para, kimi zaman başarı, kimi zaman şöhret, kimi zamansa fiziksel güzelliktir. Ama her ne olursa olsun bu tür özellikler karşısında kendindeki eksiklik nedeniyle karşısındakine haset eden kişiler toplumda genelde ‘kayıp’ yani ‘lost’ ya da ‘looser’ diye tabir edilen gruba giriyor. Belki de Avrupa’da insanlar başkalarının sahip olup ya da olmadıklarıyla değil de, daha çok kendi sahip olduklarıyla ilgilendikleri için çok daha başarılı işlere imza atıyorlar. Daha az yargıladıkları, ve insanları olduğu gibi kabul etmeyi öğrendikleri için. Bizim toplumuzda ise ne yazık ki, yargılama ve birilerini belli kalıplara sokmaya çalışmak oldukça yaygın. İnsanlar ise böylesi bir tutumun aslında kendilerini ne kadar aşağı çektiğinin farkında bile değiller.
Uzun lafın kısası biz psikoterapistlerde kırılabiliriz… Hem de kimi zaman geri dönmemecesine, arkamıza bakmamacasına gideriz… Bu arada çok terk ediliriz. İnsanlar bize kendilerini iyi hissetmediklerinde gelir, daha sonra ise iyi hissettiklerinde kendilerini sabote edercesine giderler. Bir daha gelmek ve bizi görmek istemezler. Çünkü, biz onlara bazen geçmişte bize ilk geldikleri günlerdeki kötü anları hatırlatabiliriz. Eğer sizin de yakın çevrenizde bir psikoterapist tanıdığınız varsa, onun da belli duyguları hissetme özgürlüğünün olduğunu hatırlayın…Yoksa kızgınlık bir anlık, ama kırgınlık bir ömür boyu sürebilir.
Bir kez daha sizlerle paylaştıklarımı okuduğunuz için gözlerinize sağlık. Hoşça kalın. Bu arada unutmayın her hoşça kal bir merhabadır aslında.
Çağatay C. Öztürk
Psikoterapist
ÇAĞATAY ÖZTÜRK
YAZARA E-POSTA GÖNDER