Aslında kim çıplak? Sıkıysa söyleyin (!)
Sevgili dostlar,
Bazen yakın çevrem, arkadaşlarım ve ailem soruyorlar; neden çok fazla TV izlemediğimi.
TV izlediğim zaman Türk toplumu için üzülüyorum da ondan izlemiyorum. Türk toplumu gerçekten bunları mı izliyorlar diye endişeleniyorum. TV izlememek için ya da bazı gazeteleri okumamak için birden çok sebebim var aslında. Ancak bir psikoterapist olmanın getirmiş olduğu sorumluluk ve gündemi takip etmenin bilincinden de haberdarım doğrusu!
Özellikle benim gibi felsefe ve psikoloji ağırlıklı bir eğitim almış biriyseniz, sormadan yapamıyorsunuz. Nedir aşk doktoru olmak? Ya da ilişki uzmanı olmak diye? (!).
Birileri işsiz güçsüz kalınca kendine yeni meslekler türetiyor. Yaptıkları yorumlar karşısında rahmetli Güzin Abla’nın yorumları çok masum kalıyor.
Kendi özel yaşamlarında hepsinin birer uzmana ihtiyacı varken bu insanlar ortalıkta aşk doktorluğundan, ilişki uzmanlığından bahsediyorlar. Bir kişi de çıkıp onlara; “Allah aşkına bu söylediklerinize kendiniz inanıyor musunuz?” Ayrıca para kazanmak için daha farklı bir iş yapsanız ileride daha az vicdan azabı çekmez misiniz? Tabii gözünüzü bürümüş bu hırsla ilerisini düşünebiliyorsanız (!) diye sormuyorlar.
Bir dönem Suna Tanaltay adlı çok değerli bir psikolog vardı. Sevgiden bahsederdi. Çünkü o dönem ihtilal sonrası Türkiye’de insanların sevgilerini birbirlerine açıkça göstermekten çekindikleri bir dönemdi. 68 kuşağının çocukları olan bizleri örf adet gereği, babalarımız dedelerimizin yanında kucaklarına bile alamazlardı. Sevgiyi bu kadar açıkça göstermek saygısızlık gibi algılanırdı o dönemler.
Şimdi benim köpeklerimi babamın yanında kucağımdan indirmediğimi görse rahmetli babaannem kim bilir ne düşünür? Neler derdi?
Evet, o yıllarda insanların birbirine göstermekten çekindikleri sevgi’yi, Suna Tanaltay bir psikolog olarak dile getirdi. Şimdi ise Milenyum çağında Türk Toplumunda ne yazık ki ‘güven’ sorunu yaşanıyor. Neden? Çünkü adamın biri ortaya çıkıyor ve muhtemelen masa başında yazılmış birçok hikâye ile Türk Kadınını neredeyse namı – diğer ‘hovarda’ kadın gibi ilan ediyor. Katıldığı programlar reyting rekorları kırıyormuş gibi gösteriliyor. Bu arada bu beyefendi masa başında yazdığını düşündüğüm uyduruk aldatma kadın hikâyeleriyle topluma adeta kahramanmış gibi gösteriliyor. Türk kadını güvenilmez ve çoğu kocalarını, eşlerini aldatıyormuş gibi yansıtılıyor. Bir de aklımın almadığı biz psikoterapistlere bile eşini aldattığını 3 – 5 seans sonra anlatan kadınlar ne hikmetse bu beyefendiye eşlerini aldattıklarını itiraf etmek için sıraya giriyorlar. Gel de inan ve rahmetli Aziz Nesin’in adını anma!
Sadece çalıştıkları gazetelerin tiraj kaygısı veya katıldıkları uyduruk TV programlarının reyting savaşından galip gelmek uğruna yapıyorlar tüm bunları.
Sonra şarkıcılardan bir tanesi bir programda iki gözü iki çeşme ağlamaya başlıyor. Ağlamak reyting oranlarını yükseltiyor diye.
Bazı ünlüler kanser teşhisiyle tedavi gördüğünü söylerken bir köşe yazarı o ünlünün yine rant kaygısıyla bu hastalığı ortaya attığını savunuyor.
Daha da komiği ilişki uzmanıyım diye ortalıkta dolaşan bir hanım ile bir psikolog canlı yayında bir programa katılıyor. Ama aynı psikolog ne acıdır ki o kişiye dönüp; ‘siz ilişki uzmanıyım diyorsunuz, ama ilişki uzmanı olmak için hangi okulu okudunuz ve nasıl bir diploma aldınız?’ diye bir soru sormak aklına gelmiyor.
Türk toplumu neye, nasıl güvensin? tüm bunlar yaşanırken (reyting uğruna, rant uğruna) !
Hani çok bilinen bir hikâye vardır ‘Kral Çıplak’ diye. Türkiye’nin belki içinde bulunduğu durumu en iyi o anlatıyor. Yeri gelmişken sizinle paylaşmak istedim;
Hikâyede bir kral bir de çocuk vardır. Dolandırıcılar bir gün kralın huzuruna çıkarak ‘size öyle bir elbise dikeceğiz ki bu elbiseyi sadece akıllılar görebilecekler. Aptallar bu elbiseyi göremeyecekler’ demiş. Kral dolandırıcılara inanarak elbiseyi satın almış. Sonra elbiseyi halka sunacağı günü herkese duyurmuş. O gün gelmiş çatmış. Kral halkın arasında salına salına yürümeye başlamış. Herkes kralın çıplak olduğunu gördüğü halde, ‘koskoca kral çıplak gezecek değil ya’ diye düşünerek kralın çıplaklığını görmezden gelirken, aralarından küçük bir çocuk ‘Aaa anne kral çıplak’ diye bir çığlık atmış.
Bu hikâyede bu o çocuğun yaptığı elbette bir cesaret işi. Kısacası herkesin yapamayacağı bir davranış. Ancak cehaletin gösterdiği cesaret ve mantığı aşan hırs belki de son yıllarda Türk toplumun içine sürüklendiği güvensiz ortamın nedenlerinden sadece birkaç tanesi.
Sevginin korkusuzca yaşandığı ve güvenin riyasız paylaşıldığı bir Türkiye için ben halen umutluyum. Peki ya siz?
Bir kez daha vakit ayırıp sizlerle paylaştıklarımı okuduğunuz için gözlerinize sağlık.
Hoşçakalın.
Bu arada unutmayın her hoşçcakal bir merhabadır aslında!
Çağatay Öztürk
Psikoterapist
oztuc@aol.com
ÇAĞATAY ÖZTÜRK
YAZARA E-POSTA GÖNDER