Siz hiç obsesif (takıntılı) birini sevdiniz mi ? Öyle mecaz anlamda değil sorum, gerçekten, obsesyon hastası birinden bahsediyorum. Belki yaşadınız, belki gördünüz, belki sevdiniz, belki sadece duydunuz… Hani ellerini yüzlerce kez yıkayanlar vardır, hani aynı koltuğa oturup aynı cümleleri aynı sayıda tekrarlayanlar ya da bambaşka takıntılara hapsolup evden bile çıkamayanlar …
İşte bugünkü yazım onlardan biriyle , Sinemle ilgili. Daha doğrusu onunla ve takıntılarıyla yaşamak zorunda olan, onu tüm kalbiyle sevip ellerini hiç bırakmayan, Alperle ilgili.
Sinem, üniversite yıllarında aniden ortaya çıkıveren bir hastalıkla “obsesyon” la senelerdir savaşıyordu. Nedeni, niçini, nasılı meçhul…Yıllardır tedavi görse de, beynini durmadan kemiren sorular, acabalar, keşkeler bitmek bilmiyordu. İlaç tedavisinin yanı sıra hem ailesinin , hem de biricik aşkı Alper ‘in desteğini görüyordu. Ancak yıllar geçtikçe hafifleyeceğine, ağırlaşan “hastalığı” artık günlük yaşamını da iyice aksatmaya başlamıştı.
Temizlikle ilgili bir takıntı olarak başlayan obsesyonlar, zamanla yerine yenilerini doğuruyor, zaten zor olan hayatını iyice dayanılmaz hale getiriyordu. Alper’e, günde belki binlerce kez aynı soruları soruyor, aynı cevapları alıp sadece o anlık rahatlıyor, birkaç dakika sonra yine başa dönüyorlardı. Alper, sevdiği kız için, her şeyi göze almıştı. Ona dokunamıyor, sarılamıyor, hatta Sinem iyice kötüleştiği zaman iletişim bile kuramıyordu. Yine de vazgeçmedi Alper, hiç pes demedi…
Farklı doktorlar, farklı tedaviler de denenmiş, artık Sinem’in hastaneye yatırılması konusunda herkes hem fikir olmuştu. Sinem, beynini kemiren sorulardan, onlara tekrar tekrar cevaplar vermekten, bunları binlerce kez yazıp çizmekten artık ölesiye yorgundu. Daha yirmili yaşlardaydı ancak kendiyle savaşından galip gelme ümidini tamamen yitirmişti. Aldığı ilaçlar, gittiği terapiler sonuç vermedikçe iyice yıpranıyorsa da, arkadaşlarına belli etmemek için gösterdiği çaba, eğitimine devam etmek için yaptıkları, hepsinden daha çok yoruyordu onu.
Her yerden tiksinmeye başlamıştı. Artık evindeki koltuklara bile oturamıyordu, ailesi, yıllardır kızlarının, gözlerinin önünde bir hiç uğruna erimesinden tükenmişti. Her şey sorun olabiliyordu. Kıyafetlerinin katlanma şeklinden, yemek yediği tabağın konduğu yere kadar… Sadece Sinem değil, tüm sevdiklerini ağına takmıştı bu hastalık. Annesi isyan ediyor, kızının küçücük kalan bedenine giren onca ilaçtan nefret ediyordu. Artık hiç gülmüyordu Sinem, iyice kötüleşmiş, aklındaki sorulara sesli cevaplar vermeye başlamıştı. Doktoru terapiler sırasında eline dokunduğu için ellerinden tiksiniyor, kesip atmayı bile düşünüyordu. Doktoru, bu halini ailesine gösterip hastaneye yatırılması konusunda ısrar ediyordu. Biranda sinirler gerilmiş, herkes konuşmaya, tartışmaya başlamıştı. Sinem’in korku dolu bakışlarını gören Alper “ Yeteeerrr !... diye bağırdı , gözyaşları içinde Sinem’e sımsıkı sarıldı. Sonrasını düşünmemişti, Sinem’i düşünmemişti, onun rahatsız olacağını, tiksineceğini, binlerce soruyla yeniden boğuşacağını düşünmemişti… Sadece son kez sarılmak istedi ona, belki bir daha göremem diye son kez kokusunu içine çekmek…Keşke o aklındakileri çekip alabilsem diye düşünerek , kaybettiğimiz yılları geri getirebilsem diye haykırarak son kez. Beklemeye razıydı, her şeye razıydı. İsyanı kaybettikleri yıllaraydı, isyanı feri sönmüş korkuyla bakan gözlereydi, isyanı ellerinden kayıp giden Sinemin çaresizliğineydi.
Beşinci senenin sonuna doğru Sinem, biraz gelişme kaydetmişti. O gün hastanede Alper’in yaptıkları bir dönüm noktasıydı sanki. İçtiği ilaçlardan uyuşmuş gibiydi ama artık biraz da olsa ümidi vardı. İyileşmek istiyordu, Alper için bu savaşı kazanmak… Senelerdir kimse sarılamamıştı Sineme, kimsenin dokunması mümkün değildi ki.
Bir an uzaklara daldı, yitip giden senelerini, kaçırdıklarını, çektiklerini düşündü. Hastalığı epeyce düzelmiş, okulunu bitirmişti. Artık otobüse, dolmuşa binmemek için, kilometrelerce yürümüyordu. Artık başkalarının kalktığı koltuklara sandalyelere silmeden, ceketini koymadan oturabiliyor, arkadaşlarıyla dışarı çıkabiliyordu. Eve dönünce beyninde fırtınalar kopmadan, ateşler basmadan, sorularla boğuşmadan, pişman olmadan yaşayabiliyordu. Ailesiyle, hastane kapılarında yıllardır bekleyen “dost” larıyla yepyeni bir başlangıç yapıyordu bugün.
Ve içeriden Alper’in sesi duyuldu. “Hayatım, nikah memurumuz geldi, hazır mısın ? “ Sinem, gülümseyerek kalktı ayağa, sevdiğinin elini sımsıkı tuttu, tıpkı onun, yıllardır yaptığı gibi gözlerinin içine aşkla baktı. Tarih 19 Haziran 2003’tü, işte o kapıdan Sinem, bambaşka bir hayata adım atarak çıktı. Sevgi vardı onda, aşk vardı, minnet vardı…
Siz hiç obsesif birini sevdiniz mi? Alper sevdi, gerçekten çok sevdi…
Sevgiyle kalın,
Beyza Başar Özbay
BEYZA BAŞAR