Üç hiç olmamıştı aslında...
Muğlaklık çürümüş bir su gibi beynimde yer etmiş. Sormak da cevaplamak da istemiyorum. Çünkü cevapların da bir anlamı olacağına inanmıyorum.
Eski günlere dönelim, senin bana ilk yazdığın mektuba cevabımı tekrar hatırlatmak istiyorum sana. Tabii kendime de;
“Biz çılgınca takma isimler düşünürüz kendimize, yazmak soyunmaktır insanların karşısında, duygularını açık etmektir. İçimize saydamlık karıştırmak, çırılçıplak ve savunmasız kalıvermektir dış etkilere karşı. Böylelikle kırılganlığa, yılgınlığa ve yalnızlığa daha çabuk karışır gideriz. Sözcükler bizi daha fazla üzer, seslerimiz içimizde çoğalır.
Dokunursak gözlerimizle, beynimizle, sözcüklerimizle dokunuruz.
Oysa bir de dokunamadıklarımız var. İçlerinde kendimizi hiç var edemediklerimiz, karşılarında soyunduğumuzda bile bedenimize (bedenimizin içinde saydamlaşmış ve umursamazlık karşısında bir deniz anası gibi eriyip gidecek benliğimiz vardır) bakmayan insanlar...
Aynı ortamda bulunursun,
o kendini var eder bir şekilde. Başkasıyla konuşur, işiyle ilgilenir, sen karşısında bir masadan, bir sandalyeden farksızsındır.
Anlarını paylaşmaz seninle.
Bilirsin ki onun senin dışında bir yaşamı vardır.
Kendisini sunduğu sevgilisi, zamanını bölüştüğü kitapları, dinleyip sevdiği müzikleri...
Onun sevdikleri arasında kendini ne kadar var etmeye çalışırsan çalış görünmez adam cisimselliğiyle yoksundur onun için.
Senin sevgin gizli bir köşede, bir karaltı gibi durur.
Onun sözcükleri kadar kimse incitemez seni...”
Mektubu okurken “öteki”yle ilgili bir anlamı da bulmak istediğini tahmin ediyorum.
Yazmaya başlarken sana sadece onu anlatmayı umuyordum ama kafam karıştı galiba.
Hayır, sorma....
Ben cevabımı buldum.
Sen, onun yaşamımda ne kadar önemli olduğunu tahmin edersin. Ondan hiç bahsetmesem de... Dün gece yine Borges’in sözcükleri çaktı beynimde;
“Her insan son tahlilde otobiyagrafisini yazar”
Son tahlilde yaratanın da yok edenin de ben olduğumu biliyorum.
Tıpkı “nasıl düşünürsen öyle olur dediğin gibi”...
Onu ne yaratacağım ne de yok edeceğim.
İşte ona yazdığım son metin;
“Birinin bitmek bilmeyen düşlerine bile katılmak sonsuz bir keyif. Elinde yaşamdan başka ne var? Hadi cevapla bunu! Bu soruyu hatırlat hep kendine. Çünkü kendinden çok uzaklaştın. Bir kez daha dibe vurmam gerektiğini söylüyorsun. Büyük İskender Hindistan’a kadar yürüyor ve sen hala onun peşinden gidip gitmeyeceğinin kararsızlığını yaşıyorsun.
Gitmelisin bence, onu özgür iradesiyle takip edenlerden biri olarak gitmelisin...”
ve bu da tüm mektuplarım gibi yarım kalmış.
Hatırlıyor musun, bir duvar yazısını paylaşmıştık seninle; “Diazem içip intihar edecektim, iki tane içince kendimi daha iyi hissetmeye başladım” diyordu.
Yaşamın bu yalınlığına gülmüştük.
Dün işyerinden çıkarken iki diazem yerine bir kutu içsem ne olur demiştin. Ölmeyi değil, onun yanında gidip varoluşunu yok etmeyi düşünüyordun.
-Kötü olur, demiştim ben de.
Bedensel ölümden hiç bahsetmiyorduk ama dikkat et.
Tüm elektrik kaçaklarını haklı görürüm, bilirsin.
Duyarsızlığım da doğru değildir.
Üstelik tüm ruh intiharlarından kaçırmak istiyorum seni.
Kötü olan da bu...
Seni intiharlarından uzaklaştıracağım ve sonra senin yazacak hiç öykün olmayacak.
-Kötü olur ama...
Biz kötüyü seviyoruz galiba...
Ne dersin?
Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr
DİĞER HABERLER
Annelerini Dinleyen Genç Kadınlar Riskten Kaçıp Nakite Sarılıyor Yatırım Yapmıyor
Genç girişimci kadınları riskten kaçmadan yatırım yapmaya davet etti...
Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’na Son 30 Gün
Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlar için geri sayım sürüyor.
“Kurban Bayramını Sağlıklı Geçirebimek İçin Beslenme Önerileri ”
“Amacı Olmayan İnsan Hayat Yolculuğunda Kaybolur”
“Rahim ağzı kanserinde dev adım...”
“Öğle Yemeğine Ayırdığımız Süre Bir Saatten Az!”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32