>

DİĞER HABERLER

Telef olan erkekler

"..İlişkiler konusunda kafası o kadar karışıktı ki... Zaten bu yüzden altı yıldan beri birlikte olduğu kadından ayrılmıştı. ..." Mürsel Sezen'in yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Telef olan erkekler

Okumuş bir Anadolu çocuğu ile sohbet ediyordum. Soruları resmen dudağımı uçuklattı.
İlişkiler konusunda kafası o kadar karışıktı ki... Zaten bu yüzden altı yıldan beri birlikte olduğu kadından ayrılmıştı.
“Ben Anadolu çocuğuyum” dedi, “eşim olacak kişinin daha önce başka biriyle birlikte olduğu gerçeğini kaldıramam, bu bana çok ağır gelir.”

İtirafı bu kadarla kalsa tamamdı, “muhafazakar biri” der geçerdim ama o sözlerine devam etti;
“Öte taraftan bakire olması da doğal gelmiyor, tabii ki ihtiyaçları olacak. Orta yaşta ama hala bakire biriyle karşılaşınca, bunda mutlaka bir sorun vardır diye düşünmeden edemiyorum.”
“Peki ne istiyorsun?” dedim.
“Sevilmek istemiyorum” dedi. Sonra söylediğini şöyle bir tartıp gözlerimin içine baktı.
“Belki istiyorum ama sevince kafama çok takıyorum. Bir kadının bana bağlı kalmasını isterim. Halbuki ben başkalarına da ilgi duyuyorum. Sürekli aynı kişi ile birlikte olamam. Bu durumda evlilik ölmüş oluyor değil mi?”
“Bu bir tercih ama... Ya ömür boyu tek bir kişiye bağlı kalmayı seçip evliliğin gereklerini yerine getireceksin ya da farklı bir hayat süreceksin!”
“Biliyorum, zaten eşimi aldatırsam ona layık olmadığımı da düşünürüm. Bu yüzden yine açmaza giriyorum. Bu adaletsizlikmiş gibime geliyor. Ben hakkı, hukuku, adaleti çok önemserim.”
Bu arada kalmışlığın nereden kaynaklandığını biliyorum. Her şey büyük bir hızla değişiyor. Kadınlar değişime çabuk uyum sağlarken, erkekler bunu kaldıramıyor ve arada bir iki nesil bu kafa karışıklığı yüzünden mutsuz olacak.
Yüzünü buruşturdu, bu kendinden memnuniyetsizliğin ifadesiydi.
“Peki sen?”
“Benim kafam karışık değil ki! Ben ne istediğimi biliyorum, kendimi tanıyorum ve isteklerimin gerçekleşmesi için çaba sarfediyorum.”
“Ya olmazsa?”
“Olmayabilir tabii ama ben mesnetimi kendimden alıyorum. Olmazsa bunu olduğu gibi kabulleniyorum, kimseyi suçlamam bunun için.”

Sonrasında konuşmamız adalet ve din kavramları üzerinde sürdü. Yaşamın adil olması gerekliliği ve toplumdan aldığı yargılar, sevgi kavramının üzerine kara bir bulut gibi çöküyordu.
Üzeyir Garih, mezarlıkta bir tincerci tarafından öldürüldüğünde İstinye sahilinde çok uzun bir yürüyüş yapmış ve bu cinayeti düşünmüştüm. Komplo muydu, bir çıkar cinayeti miydi, yoksa gerçekten sadece basit bir tinerci cinayeti miydi? Bu sorunun cevabını hiç bilemeyecektik. İşin ironik yanı da buydu. Doğada adalet duygusu diye bir şey yoktu. Hayattan adalet beklemek boşuna bir çabaydı.
İkincisi de dinsel yargıların, toplumsal değişimlerin, yozlaşmanın ve daha bir çok dış etkenin insanın kendi sevgisine bu kadar müdahil olmasıydı.
Farklı kişilikler ve yaşamlarla karşılaşıyorduk her gün.
Bizi şekillendiren şeylerdi bunlar ama ya insanın kendi içinde hiç mesneti olmazsa?
Yaşamına kendinden bir fikir katmazsa?
Dış etkileri kendi tornasından geçirmeden olduğu gibi iç ederse?
Geriye tek bir şey kalıyordu.
Bu insanlara karşı yüksek savunma duvarları inşaa etmek ve biraz da olgunlaşmalarını sağlamak.

Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr



Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>