>

DİĞER HABERLER

Kınalıada’da bir gün...

"Bayramdan sonra “bayram tatilinde ne yaptık” geyiği yapılır ama ben bayramdan bir hafta önceki pazar gününü anlatmak istiyorum." Mürsel Sezen'in yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Kınalıada’da bir gün...

Bayramdan sonra “bayram tatilinde ne yaptık” geyiği yapılır ama ben bayramdan bir hafta önceki pazar gününü anlatmak istiyorum.
Cumartesi akşam “hava yarın yağar mı” diye kaygılanmış ve sevgilimle programımızı yapmamıştık. Pırıl pırıl bir pazar sabahına uyandım. Bu havada adalara gidilmez de ne yapılır. Geç bir pazar kahvaltısından sonra saat 12.00 vapuruna attık kendimizi.
Elimizde hafta sonu bir kilo çeken bir gazeteyle (hafta arası da yarım kilo geliyor) bir saatlik yolculuktan sonra ilk adada inmeye karar verdik.

Burası Kanılada imiş.
Özellikle hakkında hiçbir şey okumadım, kendimiz keşfedelim istedim.
Kınalıada, Ermeni’lerin yaz aylarında ev kiraladıkları bir sayfiye yeriymiş.
Kiralar epey yüksekmiş ama bir arada bulunmak için verirlermiş bu parayı.
Vapurdan bizimle birlikte ancak 3-5 kişi indi. Soldan yürümeye başladık. Pastaneler, restoranlar ve çay bahçeleri geçtik. Birer tanesi hariç hepsi kapalıydı.

Nasıl bir sessizlik var anlatamam. Sanki dünyanın öteki ucu...
Adadaki evlerin mimarisi, ağaçlarla kucak kucağa sokakları ve her adımda ayaklarımıza dolanan kedileri bir harika.
Martılar bile insanlara alışmış, yanlarına gitseniz de kaçmıyorlar, sadece yiyecek bir şey verecek misiniz diye insanın gözünün içine bakıyorlar.
10 dakikalık yavaş bir yürüyüşün ardından yol kıvrıldı, İstanbul’un bitimsiz siluetini izleyerek takip ettik yolu.
Yürüdükçe gösterişli evler yerlerini tek katlı gecekondulara bıraktı, bu evlerde hem yaşanıyor hem de belli ki yazın çay bahçesine, yemek satılan minik restoranlara dönüşüyorlardı.
Yolda ilerledikçe taş ocaklarının oyduğu tepeleri gördük. Kayalar ve güdük bir bitki örtüsü... Ada adını kızıla çalan toprağından almış zaten.

Köşeyi döndükten sonra (yani adanın arkasına geçtik) bisikletiyle geziye çıkmış iki adam gördük. Biri bize arkasını dönmüş işiyordu. Aşağıdan gelen anne-baba ve çocuktan oluşan bir aile de ortaya çıkınca –tek başına işeyeceğini düşünen adam- iki taraflı saldırıya uğramış oldu. Adam yüzündeki “ben suçlu değilim” ifadesi görülmeye değerdi doğrusu.

Adanın arkasındaki tek yapı buranın plajı. Komple bir tesis. “Hamburger ve sosis bulunur” yazıları hala duruyor fakat heyhat! Kışa teslim olmuş... (Yani Ayazma plajı, yaz aylarında tembeller için motorla ulaşım varmış. İnternette bulduğum bir yazıdan...)
Buradan tepeye baktığınızda da bir yapı cezbediyor insanı. Ağaçların arasında tek katlı bir yer... Burada yaşamak, şarap üretmek, ördek bakmak, restoran işletmek gibi hayallerden sonra öğreniyorum ki burası Hıristo Manastırı imiş.

Minik turumuz yaklaşık bir saat sürdü. (İnternetten çektiğim bir yazıda 20-25 dakikada adanın çevresini dolaşabilirsiniz diyen biri var. Arkadaş koşarak dolaşıyor herhalde... Bunu yazan arkadaşın kondüsyonu bayağı iyiymiş.)
14.40 vapuru geldiğinde yürüme mesafesiyle iskeleye sadece 10 dakika uzaklıktaydık. Kendimizi yetişeceğiz diye zorlamadık. Bıraktık vapur kaçsın!
İskelenin yanındaki bankalara oturup soluklandık. Dalış elbisesinin sadece üstünü giymiş (güzel bacaklı) bir adam da yandaki bankta oturuyor ve zıpkınını kumların üzerine atmış soluklanıyordu.
Karnımız acıktı.
Yemek yenebilecek hiçbir yer kalmamış. Her yer kapalı.
Biz de fırından pidelerimizi aldık, biraz eski kaşar, salam, sucuk. Birer kutu da ice tea. Sahile indik. Bankın birine oturup afiyetle yerken iki martının tacizine uğradık. Kaşarımızın yarısını onlar yedi diyebilirim. Oturunca havanın soğuduğunu hissettik, hatta yemeğimizi bitirene kadar parmaklarımız dondu.
Vapurun görünce koştura koştura iskeleye gittik ve bu sefer kaçırmadık.
Bu gezide en çok sıcak bir bardak çayı özledik.
Neyse ki vapurda çay servisi de vardı.

Mürsel Sezen
msezen@boyut.com.tr


Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>