1. İtalyan Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi gibi güçlü bir eğitimin ardından; önce gazetecilik ardından halkla ilişkiler yapmışsınız. İlk yıllarınızdan biraz bahseder misiniz?
Çalışma hayatıma Cumhuriyet gazetesinde sanat muhabiri olarak başladım, daha sonra da Yeni Binyıl’da devam ettim. Hayatımın en güzel yıllarıydı belki de. Kulislerde, konserlerde, oyun provalarında, festivallerde koşturup dururdum. O kadar değerli isimlerle görüştüm, röportajlar yaptım ki… Atilla İlhan, Semiha Berksoy, Orhan Duru, Gürer Aykal, Gülsin Onay, Demir Özlü, Tarık Akan, Zuhal Olcay, Haluk Bilgner, Uğur Yücel, Nedret Güvenç, Feyza Hepçilingirler, Rekin Teksoy… Saymakla bitmez. Hepsi bana çok şey kattı.
Muhabirlik dönemimden sonra yavaş yavaş halkla ilişkiler ve kurumsal iletişim sahasına kaymaya başladım. TÜSİAD, Reklamcılar Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarında çalıştım. Yaklaşık altı yıldır da Turkuvaz Medya Grubu’nda Kurumsal İletişim Grup Müdürü olarak görev yapıyorum. Ama bu süreçte yazıyla ve sanatla olan bağım hiç kopmadı, hep devam etti. İtalyancadan kitap çevirileri yaptım. Halen Sabah gazetesinin Ege, Akdeniz, Güney ve Ankara eklerinde köşe yazıyorum. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın siyah lale üyesiyim. İstanbul’daki neredeyse hiçbir sanat olayını kaçırmam. Hatta fırsat buldukça yurtdışında da önemli etkinlikleri takip etmeye çalışıyorum. Son olarak İtalya’da Daniel Barenboim yönetiminde Scala Filarmoni ve Almanya’da Simon Rattle yönetiminde Berlin Filarmoni’nin konserlerine gittim. Broadway’de Kiefer Sutherland, Jason Patric ve Chris Noth’u aynı sahnede canlı canlı izleme fırsatı buldum. Los Angeles’ta bir barda Jovanotti’yi sahneye yapışarak, en önden dinledim. Ben gerçekten sanata aşığım ve benim sanattan aldığım keyfi herkesin almasını çok isterim… Hatta burada büyük bir itirafta bulunayım, en büyük hayalim gelecekte Kültür Bakanı olmak. Bu hayalimi geçenlerde bir imza töreninde tanışma şansı yakaladığım Sayın Ertuğrul Günay’la da paylaştım.
2. Radyo programı yapmaya hazırlanıyorsunuz. Sizi radyoculuğa yönlendiren ne oldu? Hep içinizde yatan bir istek miydi?
Evet, özel radyoların ilk kurulduğu yıllarda vuruldum ben bu işe. O dönemde henüz lise öğrencisiydim, akşamları ders çalışırken radyo dinlerdim hep. Ama önümde ayrı bir kariyer planı vardı tabii, stüdyo ve mikrofon sadece aklımda fantastik bir görüntüden ibaretti. Hayatta her ne yaparsam yapayım hiç değişmeyen en temel dürtüm ise hep “paylaşma” arzum oldu. Sanattan, hayattan aldığım keyfi paylaşmak... Yazılarımı da aynı dürtüyle yazmaya başladım.
Ben bir film izleyip, bir yemek yiyip beğenince aileme, arkadaşlarıma anlatmadan duramam mesela. Şimdi aynı şeyi radyoda yapmaya çalışacağım. Bir güzelliğe tanık olduğumda, onu herkes gidip görsün istiyorum... Ama bunu duyan ağır bir sanat programı yapacağımı sanmasın sakın. Ben hayattaki tutkularımı ve tecrübelerimi paylaşacağım insanlarla. Bunun içinde yemek de var, seyahat de var, aşk da var, kadın erkek ilişkileri de var. Özetle, 36 yaşında, bekar ve kent hayatını iliğini kemiğini emerek yaşayan bir kadının güncesi diyelim. Programda her şeye ufak ufak değineceğim, zaten isim de bu yüzden 4 Mevsim. Hayata dair her şey orada olacak.
3. Programın hitap edeceği kesimi tanımlayacak olsanız…
O kadar hayata ve insana dair bir program hayal ediyorum ki, dolayısıyla bir türlü aklımda böyle sınırlar koyamıyorum. Şimdi üst sınır 45 – 50 yaş derim, ama 70’lik süper tatlı bir anneanne de programı dinlemekten keyif alabilir. Ben kendi özel hayatımda her yaştan, her kültürden, her karakterde insanla çok kolay iletişim kurarım. Aynı şey programda da olabilir gibi geliyor bana. Doğumumuzdan itibaren üzerimize yüklenen tüm sosyal ve kültürel değerlerin ötesinde, aslında hepimiz en temelde insan olma noktasında aynı yerde buluşuyoruz. İnsan olmak çok evrensel ve yaşsız bir kavram…
4. Hangi gün ve hangi saatler arasında yayın yapacaksınız? Programda ağırlıklı olarak ne tür müzikler çalacak?
Pazar günleri 12.00 – 13.00 arasında. Turkuvaz, Türkçe yayın yapan bir radyo. Ben de Türkçe sözlü müziğin en iyilerini çalmaya çalışacağım ve tamamen kendi beğenilerim doğrultusunda seçilmiş şarkılar olacak bunlar. Yani örneğin benim programımda Fatih Ürek olmaz, Tuğba Ekinci filan da olmaz… Gerçek müzisyenlerin yaptığı, iyi müzik olur. Şebnem Ferah çalarım, MFÖ, Gripin, Yüksek Sadakat, Nil, Göksel çalarım, eskilerden Fikret Kızılok çalarım, Sezen’in, Ajda’nın, Nilüfer’in klasiklerini çalarım… Ama esas olan şu, yavaş da olsa hızlı da olsa özellikle sözleri güçlü olan şarkılar olacak. Bana bir şey hissettirmeyen şarkıyı programımda da çalmam.
5. Programınızda ne gibi konulara yer vereceksiniz? Kadın-erkek ilişkilerinden epey malzeme çıkacağını düşünüyorum.
Evet, ağırlıklı olarak kadın erkek ilişkileri üzerinde durmak istiyorum. Çünkü benim de uzun süredir hayatta en çok kafa yorduğum mevzu bu. Evlilikleri sürdürmek, ilişkileri yürütmek, hatta bir ilişkiye başlamak bile gün geçtikçe zorlaşıyor. Özellikle büyük kentlerde ciddi sorun var. Toplumsal kaosa doğru farkında olmadan ama hızla ilerliyoruz. İhanetler, çok eşlilik, her ne kadar Batılılaşmış gibi görünsek de halen Doğu kültürünün de etkileriyle ve arada sıkışmışlıktan ötürü yapılan yanlış evlilikler, ataerkil düzenden kaynaklı yanlış gelişen erkek modellerinin toplumun yeni yüzüne uymayışı, daha doğrusu kadının yeni haliyle uyumlanamaması, yine bu sistemden kaynaklı yanlış aile içi eğitim nedeniyle kişilerin daha birey olamadan çift olmaya kalkıp doğal olarak hayal kırıklığıyla sonuçlanan ilişkiler kurmaları... İşte ben bu şifreleri didiklemek istiyorum programımda.
6. Sizce, çalışan ve kendi ayaklarının üzerinde durabilen kent kadınlarının özgüvenlerine bağlı olarak erkeklere bakışı değişiyor mu?
Kadın – erkek ilişkisindeki tek sorun budur diyemeyiz, ama demin de söylediğim gibi evet bu da önemli bir etken. Bizim kuşağın kadınları değişti ve değişiyor, ama onlar hala bir ya da iki önceki kuşağın kadınları tarafından yetiştirilmiş erkeklerle ilişkiye maruz vaziyetteler. Bizde baba genelde çok etken bir faktör olmadığı için, bireysel gelişimde çocuğun en çok anneyle kurduğu ilişki etkili. Erkek egosu fazla kışkırtılmış adamlar eskiden daha klasik kadın modelleriyle çift olma dengesini bir nebze tuttrabilirken, bugün karşılarında daha gelişmiş, daha etkin, daha aktif, daha güçlü, daha “birey” kadın modeli bulduklarında işin şirazesi kayıyor. Aile içinde de böyle bir rol dağılımı deneyimlememişler çünkü…
7. Bir röportajınızda “ilk aşkım Superman” demişsiniz. Sizce gözü kara Superman mi yoksa ağır başlı Clark Kent mi daha ideal bir erkek?
Aslında onu telefon kulübesinde yakalamak lazım! Yani soyunmadan önce… Ne tam Superman olmuş ne de tam Clark Kent olmaktan çıkmışken… Şaka bir yana ideal erkek ikisinin karışımı olmalı zaten. Hem içinizi karartmayacak, içinizi sıkmayacak ölçüde canlı ve renkli, hem de sorumsuzluktan ve havailikten canınızı bezdirmeyecek kadar düzgün ve ciddiyet sahibi. Yakışıklılık çok da önemli değil, önemli olan erkeğin gücünü hissetmek. Ben bu kadın erkek ilişkileri noktasında hiç feminist filan değilimdir. Erkeğin beni korumasını isterim, ağaç kovuğu gibi içine saklanmak isterim. Güç derken de öyle paradan puldan bahsetmiyorum. Erkek dediğin kale gibi duracak, onu anlatmaya çalışıyorum.
8. Seyahat etmenin ve iyi yemek yemenin sizin için bir tutku olduğunu söylüyorsunuz; bize gittiğiniz ülkelerden/şehirlerden birkaç restoran önerisinde bulunabilir misiniz?
Büyük bir zevkle… Mesela buradaki bildiğimiz lüks Paper Moon var ya, işte onun ilk şubesi aslında Milano’da esnaf lokantası gibi, ara sokakta gayet gösterişsiz, sade bir yer. Ama yemekleri nefis ve fiyatları uygun… Milano’ya yolu düşenler uğrayabilir. Yine Milano’da Savini Restoran’da kuzey İtalya mutfağının incisi ossobuco yemelerini öneririm. Berlin’de Buddha Bar diye bir Tibet restoranı var, çok küçük ama keyifli bir yer. Bangkok’ta Sala Rim Naam Restoran ve muhteşem manzaralı Scirocco Bar. Viyana’da Dots Ekperimental diye yeni açılan nefis bir sushici ve Procacci adında çok havalı bir İtalyan var. New York’ta ise dünyada gördüğüm en şık Çin restoranlarından biri olan Buddakan… Yakın zamanda gittiğim için aklıma ilk gelenler bunlar.
9. Gelelim bir dönem yaptığınız futbol yazarlığı meselesine. Bir kadın olarak, futbola olan bu ilgi nereden geliyor?
Benim futbolla temel ilgim Beşiktaş’a olan duygusal bağlılığım. Babam, ağabeyim, yeğenlerim tarafından çok küçük yaşlarda büyük bir Fenerbahçe baskısı altına girdim. Sanırım dayatılan şeylere verdiğim doğal tepkim ve isyankarlığımdan dolayı da, ailede daha naif bir figür olan ve küçüklüğümde çok düşkün olduğum dedemin takımı Beşiktaş’ı seçtim. Beşiktaş’ı, Beşiktaşlılık duruşunu hep çok sevdim. Hakikaten bir başkadır Beşiktaş taraftarı, lütfen diğerleri alınmasınlar. Tabii o yıllarda bir de “Sarı Fırtına” Metin Tekin faktörü vardı ki, ona olan aşkımla maçları da izlemeye başlayıp sonunda futbolu sever oldum işte. Ama öyle erkekler kadar fanatik bir izleyici de değilim. Ancak derbyleri ve önemli milli maçları izlerim. Hatta milli davalarda da ciddi ciddi duygulanır ağlarım.
10. Bu özelliğiniz erkeklerin de hoşuna gidiyor olmalı…
Futbol yazarlığım sırasında çok farklı tepkiler aldım. Kimisi dedi ki “sen de futboldan anlıyorsan ben bir daha maç izlemiyorum”, “seni oraya nasıl spor yazarı yaptılar, sarı saçlarına mı güveniyorsun, arkanda kim var senin, patrondan mı torpillisin?”… Ama kimileri de çok sevdi, sahip çıktı, hemen sosyal medyadan takip etmeye, cesaretlendirici mesajlar göndermeye başladılar… Aldığım en komik mesaj da şuydu: “Ne köşe yazarlığı ya… Senin resmini ilk sayfadan poster diye versinler, o gazete yok satar!”…
11. Sosyal medya ile aranız nasıl? Sizi takip edebileceğimiz bir Twitter hesabınız var mı?
Evet, FecirAlptekin olarak bir hesabım var, birlikte yazılıyor. Twitter’ı özellikle programdan sonra daha aktif kullanıyorum. Ama benim sosyal medyayla, hatta Internetle iyi ilişkilerim Facebook’la birlikte başladı. Öncesinde tam bir felakettim, normalde Msn bile kullanmam ben. Ama Facebook’u, görselliğini, oyuncaklarını, esprisini çok seviyorum. Program için “Fecir’le 4 Mevsim” diye bir sayfa yaptım. Dileyenler oradan da izleyebilirler.
12. Güzel ve bakımlı bir kadınsınız. Modaya ve kozmetiğe ilginiz ne durumda?
Feci şeklide yoğun! Bayılırım modaya ve kozmetiğe… Süslenmeye, şık giyinmeye, saçlarımı boyatmaya, manikür pedikür, masaj, cilt bakımı yaptırmaya... Makyaj yapmak resim yapmak gibi gelir bana mesela, hiç üşenmem, vaktim olsa bir saat makyaj yapabilirim. Bence kadın o kadar güzel bir yaratık ki, o güzelliğin üzerinde oynamak, onu farklı kılıklara sokmak, üzerinde değişik renk denemeleri yapmak, bunlar zaten başlı başına bir eğlence. Evet ben modayı da kozmetiği de temelde bu yüzden seviyorum sanırım. Bana çok eğlenceli geliyor. Hayata renk katıyor… Ve ne yazık ki erkeklerin dünyası bizimki kadar eğlenceli değil. Dünyaya kadın olarak geldiğim için Tanrıya sürekli şükrediyorum! Bu arada kozmetikte en büyük tutkum da parfümler… Kadının da erkeğin de mis gibi parfüm kokmasına bayılırım.
13. Son olarak, Cosmo kadınlarına verebileceğiniz en önemli aşk tavsiyesi nedir?
Aşk tavsiyem, aşık olmaları… Mümkün olduğunca çok! Öyle “gerçek aşk hayatta bir kez yaşanır” safsatalarına inanmamaları… Tabii burada günlük, haftalık abuk sabuk anlamsız ilişkilerden bahsetmiyorum. Benim aşk tanımım, birine içinin aktığını ve o kişinin de senin içine aktığını hissetmek, tek olmak. Gerçek, güzel, derin, sarsıcı, dopdolu, kalbi durduran, soluk kesen, havalara uçuran aşklar biriktirmeli insan. Evliliği de mümkün olduğunca geç yapmalı. Hiçbir şey aşk hatıralarının yerini tutamaz. Hiç unutmam, Brooke Shileds’ın ilk çıkış yaptığı meşhur Sonsuz Aşk filmini izlediğimde daha beş yaşındaydım. Oradaki bir cümle hiç aklımdan çıkmaz. Adam oğluna neden sevgilisiyle görüşmediğini sorar. Çocuk da ertesi gün sınavı olduğu için çalışması gerektiğini söyler. Baba son noktayı koyar: “Hayatının bu dönemine ait hatırlanacak iyi bir sınav notundan daha güzel şeylerin olmalı!”…
Erkek Dediğin Kale Gibi Durmalı!...
Turkuaz Medya Grubun`da iletişim müdürü olarak çalışan Fecir Alptekin`le "Fecirle 4 Mevsim"... (Röportaj)
DİĞER HABERLER
Annelerini Dinleyen Genç Kadınlar Riskten Kaçıp Nakite Sarılıyor Yatırım Yapmıyor
Genç girişimci kadınları riskten kaçmadan yatırım yapmaya davet etti...
Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’na Son 30 Gün
Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlar için geri sayım sürüyor.
“Anneannem ”
“İstanbul`un MICHELIN Yıldızlı Restoranları!”
“26.Ankara Uluslararası Film Festivali Başladı!”
“Hayallerinizi gerçekleştirme noktası...”
“Soğuk Hava Yüz Felcine Sebep Olabilir”
“Dertsiz Cinsel Yaşamın Sırrı”
“Bebeğinizde işitme kaybı olabilir mi?”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32