Bir dosta ağıt
"...Pırıl pırıldı gözlerin. Gördüğüm en güzel “gülen” gözler..." İlknur Akgül Ardıç'ın yeni yazısını okumak için tıklayın...
Pırıl pırıldı gözlerin. Gördüğüm en güzel “gülen” gözler. Ağız ve yüz şenliğin diğer parçaları. Öğrenciydik hepimiz tanıştığımızda. Gurbette bir insan yığını. Sen bizden erken davranıp okulu bitirmiştin. İzmir’e, çok sevdiğin memleketine dönmüştün sonra. Ortak arkadaşlarımızı hâlâ görüyordum Ankara’da. Yani sen bizden evvel adam olmuştun. Üniversiteden hemen sonra askere gittin. Zeki ve yaşam doluydun. Hayata bir an evvel atılman lâzımdı. Önünde tertemiz, upuzun bir gelecek vardı. İyi adamdın sen, çok iyi. Adamdın en başta. Her şeyin en iyisi sana yakışırdı. Güldün mü ortalık aydınlanırdı.
Askere gittiğini tesadüfen duymuştum. Okulda dördüncü senemdi. Yukarı Ayrancı’ya taşınmıştım. Bir öğrenciye göre pahalı ama güzel semtti. Ankara’nın en iyi rock barlarına çok yakındı evimiz. “Bardan eve yürüyerek dönme” lüksümüz vardı. İlk gördüğümde bakımsızlığından midem bulanmıştı. Sonraları ise badana, temizlik; saray gibi olmuştu ahır ev. Küçük mabedimiz...
İki kız kardeş, bir kız daha, bir de ben vardık evde. Kızkardeşlerden büyük olanı ile tesadüfen bir yerde tanışmış; hemen kaynaşmıştık. Apar topar aynı eve taşındık. Ama seni “bizden” ebediyen çekip alacağını bilseydim, ardıma bakmadan çekip giderdim oradan. Bir de tokat atardım kızın yüzüne okkalı.
Bardaydık her zamanki gibi. O’nunla ilk büyük kavgamızı etmiş; konuşmuyorduk. Her zamanki gibi ortam harikaydı. A Bar... Kapanmadan önce Ankara’nın en eğlenceli mekanlarından biriydi. Biz de müdavimlerindendik tabi. Herkes tanıdık. Selam ver, kapıdan elini kolunu sallaya sallaya gir. Doyasıya eğlen sabaha kadar. O günde kıyasıya eğleniyorduk. Sahneden uzaktaydım bu sefer. O’da oradaydı ve tam sahnenin önünde duruyordu. Gördükçe sinirlerim bozuluyordu. Kötü bir kız çünkü. Çok kötü. Herkese düşman. O tatlı kardeşine bile. “Kötülük tohumu”. Senin ise ecelin... O’nu görünce keyfim kaçmıştı.
Birden içeri sen girmiştin. Şok olmuştum. Küçük asker. Ne işin vardı Ankara’da? Tanıdıkları bulmak için gelmiştin A’ya. Neredeydin, nerelerdeydin onca süre? Sevinçten çıldırmıştım. Birbirimize koşarak, “havada” sarıldık. Dost yüzün özlem dolu bir gülüşle aydınlanmıştı. Yine o inci gibi dişlerin ortadaydı; Ege’nin incileri... Ayak üstü hoş beş, etrafına bakıyordun hararetle.
-“Kimse yok mu ya, kimse yok mu tanıdık?”
-“Yok hocam Ali’ler bu akşam, yan bardalar galiba.”
-“Başka kimse yok mu yahu?”
Gözler fıldır fıldır.
-“Başka kim olacak? Senin tanıdıklardan hiçbiri yok.”
Nereden bilebilirdim ki ecelini aradığını? O’nunla tanışıp, birlikte takıldığından habersizdim elbet. Saf bir melek olan sen, O “şeytanı” arıyormuşsun meğer. Ne zaman tanıştınız, sana kancasını ne zaman taktı, ben O’nunla aynı evde yaşadığım halde bunu neden bilmiyordum? Hâlâ da bilmiyorum. Meğer Ankara’ya sırf onu tekrar görebilmek için gelmişsin.
Birden yüzün tekrar aydınlandı. Aradığını bulmuştun. Sahneye doğru koştun. O da seni gördü ve birbirinize sıkıca sarıldınız. Şoktaydım... Seni onunla göreceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.
......................................
Sen geleli ve bizim evde kalmaya başlayalı 1 haftayı geçmişti. İzmir’e dönme vaktin yaklaşmıştı. O odadan her çıktığında seni kirlenmiş biri gibi görmeye başlıyordum; çünkü O’nun yanından yeni kalkmış oluyordun. Çocuğunu çok seven ve gözünün önünde eridiğini görüp kahrolan bir anne gibi hissediyordum kendimi. Sevdiklerime duyduğum ve bir türlü engelleyemediğim anaçlık huyum ne yazık ki yine devredeydi. Sen ise bizimle aynı yerde olup, konuşmuyor olmamıza çok üzülüyordun. Seni üzmek istemiyordum tabi ama elimden de bir şey gelmiyordu. Son kez birlikte olduğumuzu bilseydim, inan seni üzmemek için elimden geleni yapardım.
O akşam, artık dönmek zorunda olduğun için eşyalarını topladın, kapıda seni yolcu etmek için bekleyenlerle vedalaşmaya başladın. Sıra bana gelmişti. Sarıldık sımsıkı. Ancak garip bir şekilde seni bir türlü bırakmak istemedim. Ayrılamıyordum senden bir türlü. Merdivenden üç kere döndürüp tekrar tekrar sarıldım sana. Bir şeyler seni bırakmamı engelliyordu. Kendi arabanla dönecektin İzmir’e. Ben ise takılmış plak gibi aynı şeyleri söylüyordum: “Dikkatli kullan Ege, beni seviyorsan ne olur çok dikkatli kullan!” Sen de söz vermiştin. Sonunda yola çıktın. Biz de senin arkandan dışarı eğlenmeye çıktık. O gece ile ilgili tek net hatırladığım olay, bardan içeri girişimdi. Koca gece boyunca sadece bir-iki kadeh nasiplenmişim. Ancak saat bilmem kaçta birden fenalaşmışım; beni eve götürmüşler. Üstüne üstlük bir de herkese hırçın davranmışım. Ben ise hiç birini hatırlamıyorum. Senin acı çektiğin dakikalarda fenalaştığımı çok sonra anlayacaktım. Bu, birisinin başına gelecek felaketi ilk defa bu kadar yakından hissedişim oldu.
Sen gittikten 2 gün sonra akşam üstü kapımız çalındı. Gelen Ali idi. Hiçbir şey söylemeden ruh gibi içeri girdi, kendini koltuğa attı ve ağlamaya başladı. Hepimiz şok olmuştuk. Ne için ağladığını kestiremediğimiz için merakla Ali’ye bakıyorduk. Kendini biraz toparlayınca anlatmaya başladı. “Egemen kaza yapmış. Beni çağırdılar, morgda teşhis ettirdiler. Gözlerimle gördüm, o kadar güzeldi ki. Sanki yüzünde bir tebessümle uyuyordu. Tertemiz. Sanki ölmemiş. Doktorlar iç kanama geçirdiğini, ölürken hiç acı çekmediğini söylediler...”
Dünyam yıkıldı. O anda hıçkırıklara boğulurken, bir yandan da ev arkadaşım olacak o insandan nefret etmekle ne kadar haklı olduğumu düşündüm. İnci tanemizi elimizden almıştı. Ege, hiç değmeyecek bir kızın peşinden Ankara’lara gelmiş ve son yolculuğuna çıkmıştı. Üstelik ölüm haberini aldığımız gece, kendisini sevdiğini zannettiği musibet, teselli bahanesiyle onun en yakın arkadaşı Ali’nin evine gitmiş ve daha bedeni çürümeden arkadaşının yatağına girmişti. Böylece o tatlı adam değmeyecek bir sevgili uğruna ölmüştü.
O gün kendi kendime söz vermiştim. Eğer bir çocuğum olursa adı “Ege” olacaktı. Ama ne yazık! Seni hâlâ içim acıyarak ansam da, anını yaşatacak “Ege”yi doğurmak istemiyorum. Ya o da senin gibi apansız melek olursa?
İlknur Akgül Ardıç
ilknur@cosmoturk.com
DİĞER HABERLER
Annelerini Dinleyen Genç Kadınlar Riskten Kaçıp Nakite Sarılıyor Yatırım Yapmıyor
Genç girişimci kadınları riskten kaçmadan yatırım yapmaya davet etti...
Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’na Son 30 Gün
Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatlar için geri sayım sürüyor.
“Takı Tasarımcısı Verda Çakan’dan Elde İşlenmiş Tasarımlar”
“İstanbul Yeni Açık Hava Sahnesine Kavuştu: UNIQ Açık Hava Sahnesi”
“Aşırı Terlemenin Tedavisi Mümkün ”
“Şarküteri Et Ürünleri Nasıl Saklanmalı?”
“Kadınlardan Şaşırtan Fanteziler”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32