>

DİĞER HABERLER

Bir banyoda neler olmaz?

"Bir çoğumuzun banyosunda ya da yatak odasında bir baskül bulunur, değil mi? “Kilo mu aldık diyerek” korka, korka üstüne çıkarız. " Can Anamur'un yeni yazısı...
 
   
 
 
     
Bir çoğumuzun banyosunda ya da yatak odasında bir baskül bulunur, değil mi? “Kilo mu aldık diyerek” korka, korka üstüne çıkarız. Üç, beş gram verdiysek o gün bizden mutlusu yoktur. Günlük gazetelerin haftasonu eklerinde çıkan yazılarda “aman ha hep aynı saatte tartılın”, “tok karnına tartılmayın” tarzı uyarılar çıkar, durur. Baskülle ilişkimiz bir aşk ve nefret ilişkisidir. Pek sevmeyiz onu ama üstünde yazan rakamı da okumasını biliriz herhalde.

Eski usul basküllerde kilo okumak biraz daha zordur. “Ah 82 mi, yok canım 80” tarzı kıvırtmalar her zaman mümkündür. Ama dijital olanlarda rakam gözünüze, gözünüze sokulur. “Al kardeşim işte 82 kilosun, bu da küsuratı!” deyiverir dijital gösterge. Peki 82.20 gözüküyorsanız bu kaç kilosunuz demektir? Benim bildiğim 82 kilo 200 gram. Çünkü 1000 gram 1 kilo eder, 100 gram değil!

Peki “Banyo”da nasıl hesaplanıyor bu tartı meselesi? Adam 82.20 okuyor. Sonra silah zoruyla ereksiyon haline geçiyor ve 21 gram alıyor. Baskül bu sefer 82.41 gösteriyor. Aslında 21 gram değil 210 gram almış olması lazım. 1000 gram 1 kilo yapar, değil mi? 1 gram çok ufak bir ağırlık birimidir, kolay, kolay tartılarda yer verilmez…

Bu uzun girişi neden yazdım? Filmin eleştirisini yazmadan ne tip bir çalışmayla karşı karşıyayız onu öncelikle netleştirmek lazım da ondan!

Sinema filminin ekranda inanılır olması için bir çok detaya dikkat edilmesi lazım.

Sinemada devamlılık diye bir şey var. Kahramanınız banyoda traş oluyorsa ve yüzüne köpük sürdüyse, yakın plana geçildiği zaman yine yüzünün köpüklü olması gerekir. Bunun tersi seyirciyi rahatsız eder. Bir şeyler yolunda değildir çünkü. Sinemada esas olan seyirciyi filme inandırmak, ekranda gerçekleşen olayların sahiden olduğu hissini vermektir. Seyircinin kendini hikayeye kaptırması için adamın yüzünde, her planda aynı oranda köpük olması gerekir.

Oysa “Banyo”da, tahmin edersiniz ki köpük oranı her kamera değiştiğinde değişiveriyor.

Şimdi, basküldeki 82.20, saymakla bitmeyen devamlılık hataları bir film yazısı için tek kriter midir? Tabii ki değildir. Birçok yerlere, göklere koyamadığımız filmde de ne devamlılık hataları görüyoruz aslında. Ama “Banyo”nun, maalesef geneline bu hatalar hakim ve film bir türlü film olamıyor.

Fikir güzel aslında. Kapalı mekanda, az kişi. Toplam 3 ayrı banyoda 7 kişi… Bu tarz filmlerle ara, ara karşılaşıyoruz. Bazı tiyatro uyarlamaları ister istemez az mekanda sıkışıyor. Bazı bağımsız yapımlar, filmin bütçesini kısmak için az mekan kullanıyor. 2001 yapımı “Tape”i hatırlayalım. Bizde de sinemalarda gösterilen film bir otel odasında sadece 3 kişi etrafında geçiyordu. Uma Thurman, Ethan Hawke ve Sean Patrick Leonard. Senaryo enfesti. Oyunculuklardan bahsetmeye gerek var mı?

“Banyo”nun senaryosu biraz elden geçse ortaya iyi bir şey çıkabilirdi halbuki!

Ama film oyuncularda takılıyor zaten. Janset dışındakiler hep bir abartı peşindeler. Hele Selçuk Yöntem. Allahım, onun olduğu bölümler nasıl da sıkıyor insanı. Hem oyuncular arasında en “batılı” gözüken Janset’in filmdeki en “köylü” karakteri canlandırması da bir kasting becerisi olsa gerek!

Haydi, bir eleştiri daha. Janset, duşta çıplaktı. Üstüne bir erkek gömleği geçirdi. Biliyoruz ki altında külot yok. O zaman kocasından yediği tokatla yere düştüğünde altındaki külot nereden çıkıyor? Tamam, aktrisi çıplak göstermek istemeyebilirsiniz. Bizimki gibi bir magazin basını olan ülkede bunda da yerden göğe kadar haklısınız. Aktris bu tip bir poz vermek istememiş de olabilir. O da haklı. O zaman bunu başka türlü göstermenin yolu yok mu? Çünkü bu sahne için aktrise külot giydirince komik oluyor doğrusu. Bir sahnede külot giydir (nereden çıktıysa bu külot?) sonraki sahnede çıkar… Filmin konusu banyo olunca ister istemez çıplaklık da olmalı. Eğer hem siz hem de oyuncularınız bundan kaçmak istiyorsanız bunun bin türlü yolu vardır.

Son bir söz de sanat yönetmenine. İnsanların giydikleri gömlekler, kasketler, ayakkabılarda bir giyilmişlik, kullanılmışlık havası olmalı. Sponsordan aldığınız yeni gömleği aktörünüze giydirirseniz biz onun kanlı, canlı bir karakter olduğuna nasıl inanalım? Aynı hafta vizyona giren Amerikan filmi “Red Eye-Gece Uçuşu”ndan örnek verelim. Filmin daha açılış sahnesinde kahramanımızın babasının cüzdanı çalınır. Cüzdan kullanılmış, yıllardır ceketin cebinden, kot pantolonun arka cebine, oradan evrak çantasına seyahat etmiş, derisi eskimiş, formu bozulmuş, sonuçta kullanılmış bir cüzdan. O cüzdanın yerine gıcır, gıcır bir cüzdan koysanız olmaz. Seyirci inanmaz. “Banyo”daki banyolar da sanki reklam filmi setinden çıkmış gibi. En ufak bir inandırıcı tarafları yok. Ekran başında bu banyolarda yaşandığına, tıraş olunup, duşa girildiğine inanmıyorsunuz.

Bu kıyafet konusuyla ilgili Ferzan Özpetek’in geçen haftasonu yayınlanan bir röportajında hoş bir değinme vardı, bu haftaki yazımızı onunla bitirelim. “Cahil Periler” filminin kostümlerini pazardan aldıklarını söylüyordu Özpetek. Çünkü filmindeki karakterler daha çok pazardan alışveriş yapacak tiplerdi. Bununla da yetinmeyip giysileri kullanmışlar, birkaç kez yıkamışlardı… giyilmiş, kullanılmış havası vermek için. Haydi, bir de “Banyo”nun dekorlarına, kostümlerine bakalım. Ya da bakmayalım, boş verin, keyfimiz kaçmasın…

Can Anamur



Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>